

2025-11-01
Pragmatizm ve “kutsal liderlik” arasında sıkışmak
Bu yazıya bir defans hattı kurarak başlamak istiyorum. Siyaset Bilimi alanında ekmek yemeye başladığım andan itibaren Kürt sorununa siyasi çözümü savundum. İlk Açılım sürecini de destekledim. Örneğin, 18 Ocak 2013 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan “Türkiye’nin Fetret Devri Bitecek mi?” adlı makalemde, açılım sürecinin ne kadar büyük bir tarihsel fırsat olduğunu anlatmaya çalıştım.
Aynı bakış açısıyla yeni açılım sürecini de temkinli bir şekilde olsa bile destekliyorum. Nitekim Medyascope’ta da bu konuda fikirlerimi ifade etmeye çalıştım.
Yeni açılım süreci birinci yılını doldurdu. Bardağın yarısı boş mu dolu mu henüz belirsiz. Bazı sembolik adımlar atıldı, ancak somut çözümler için sanırım biraz daha beklememiz gerekiyor. Bu aşamada, eğer süreç başarıyla sonuçlanacaksa, yapılması gereken kamusal tartışmanın bir kısmının Kürt siyasilerinin eleştirisine yönelmesi gerekiyor. “Pek çok Türk milliyetçisi Kürtleri zaten eleştiriyor” denebilir; ancak ben burada onu kastetmiyorum. Benim kastettiğim şu: Kürt meselesinde siyasi çözümü savunanların, Kürt siyasetçileri – yahut daha geniş ifade edersek Kürt siyasetini – eleştirmesi.
Burada iki sorun söz konusu: Birincisi, Kürt siyasiler (hatta bazen aydınlar) eleştirilere karşı aşırı hassas tepkiler veriyorlar. İkincisi, “aman süreç zarar görmesin” düşüncesiyle Kürtlere yönelik pedagojik bir eleştirisizlik ya da düşük dozajlı eleştiri hâli mevcut.
Bu noktadan hareketle, geçen bir yılı hatırda tutarak Kürt siyasetine yönelik bazı eleştirilerimi ifade etmek istiyorum.
Pragmatik görüntü
Yeni açılım sürecinin en büyük talihsizliği, Kürtlerle yumuşama başlar başlamaz CHP’ye yönelik cendere siyasetinin başlamış olmasıdır. Bu durum, Kürt açılımını doğuştan tek kanatlı duruma getirdi. Devlet adeta CHP konusunu Kürtler için bir kırmızı hat haline getirdi. CHP meselesi, Kürt siyasetini kontrol etmek için fiilen bir araca dönüştü.
Kürt siyaseti, CHP konusunda bazı tepkiler vermekle birlikte etkili duruşu göstermemektedir. Elbette Kürt siyasiler bunu kabul etmeyeceklerdir. Ancak önemli olan kamuoyu algısıdır. Açıkçası, başta CHP tabanı olmak üzere geniş bir kesim, Kürtlerin CHP meselesinde pragmatik bir tutum sergilediğini, ‘yani devleti eleştiriyorlar ama çok ileri gitmiyorlar’ şeklinde bir yerde durduğunu düşünüyor. Burada vurguladığım nokta toplumsal algıdır; bu algı yanlış olabilir ama sonuçta toplumda yaygınlaşıyor.
Daha açık söylemek gerekirse: Kürt siyaseti, onlarca yıldır türlü baskılara karşı direnerek parlak bir imaj inşa etti. Kişisel kanaatim, son bir yıl içinde bu parlak imaj sarsılmıştır. Kürt siyasetinin CHP konusunda ‘hem tepki verelim hem devletle de bozuşmayalım yaklaşımı’ gerçekçidir; ancak bu mesele başarıyla kotarılamamıştır. Son bir yılın sonunda, Kürtlerin CHP’ye yapılanlar karşısında zülfüne dokunmadan yol almaya çalıştığı izlenimi oluşmuştur. Eğer bu yazıda yaptığım analiz doğruysa, pratikte Kürt siyasetinin imajı sıradanlaşacaktır. Yani her gruba yapıştırılan “işine gelince pragmatik oluyorlar” yaftası Kürt siyasetine de yapışacaktır.
Geçen bir yıl içinde Kürt siyaseti, süreci toplumun her kesiminin faydalanabileceği bir demokrasi mücadelesine dönüştürememiştir. Elbette bu kolay değildir. Bunu tek başına DEM Parti’nin yapamayacağı düşünülebilir ve böyle bir itiraz ciddiye alınmalıdır. MHP ile kurulan yakınlaşma değerlidir; ancak ‘DEM + MHP formülü’, en iyi ihtimalle toplumun yüzde yirmisini dahi temsil etmemektedir ve bu kadar sınırlı bir destekle bütün topluma hitap etmek mümkün değildir.
Kutsal liderlik ve Öcalan
Şüphesiz Öcalan, pek çok Kürt yurttaş için önemli bir lider. Türkiye’de Kürt olsun Türk olsun, seküler olsun dindar olsun, lidere bağlılık abartılıdır. Bu abartılı durum Kürtlere özgü biçimde Öcalan için bazen sınırları zorlayarak gösteriliyor.
İlk olarak, Kürt siyasi temsilcileri neredeyse Öcalan söz konusu olunca bireysel otonomilerini kendileri yok ediyor. Devletin de şöyle düşündüğünü anlıyoruz: “Önemli olan Öcalan, gerisi nasıl olsa kabul eder.”
İkinci nokta, Öcalan figürü zaman zaman neredeyse kutsanıyor. ‘Önderlik’ kavramı öyle abartılıyor ki, Öcalan geleceği gören olağanüstü hatta mistik bir kişiye dönüşüyor. Elbette Öcalan’ın önemli bir kişi olduğunu kabul etmek lazım. Bu başarının arkasında önemli fikirler ve analizler de vardır demek durumundayız. Ancak Öcalan’ın bazı fikirleri de son derece demode ve sıradan. Görünen o ki, Öcalan’ın fikirleri bazı Kürt çevreler için kutsal bir metin gibi görülüyor. Kürtlerin Öcalan’a sadakatini sorgulamak bana düşmez. Ancak hatırlatmak gerekir ki, Kürt entelektüel dinamizminin kapasitesi, Öcalan ile kurduğu eleştirel ilişki ile ölçülecektir.
Biraz şaka ile karışık söylersek: Türk, Kürt, seküler, dindar gruplara bakarsak şunu görüyoruz. Tanrı zaten en büyük liderleri, mehdileri, mücedditleri, başbuğları Anadolu’ya yollamış. Türk siyasetinin panteonunda yarı-tanrı haline gelmiş sayısız siyasi figür var. Buraya yeni bir yarı-tanrılaşmış lider sokmak marifet sayılmamalı. Türkiye’de eksik olan mehdi, müceddid, seçilmiş kişi değil; eksik olan Mandela’dır, Havel’dir.
Öcalan’ı sürecin sembolü yapmak
Siyasi çözüm sürecinde Öcalan’ın bir ölçüde normalleştirilmesi doğrudur. Ancak bunu yaparken gerçekçilikten kopmamak gerekiyor. Türkiye’de geniş bir kütle için Öcalan son derece olumsuz bir semboldür. Bu algının doğru mu yanlış mı olduğu tartışmasını yapmıyorum; bu tartışmanın ötesinde, algıları bilip ona göre hareket etmek gerekiyor.
Anketlerden anlaşılıyor ki Türkiye’de yeni sürece yönelik büyük bir destek görülmüyor. Bunun nedenlerinden biri, Öcalan’ın yeni süreçte aşırı olarak bir sembol gibi vurgulanması olabilir. Halbuki toplumsal algıyı yönetmek gerekiyor. Şunu unutmamak lazım: Devlet, neredeyse yarım yüzyıldır Öcalan’ı “terörist başı, bebek katili” olarak topluma sunmuştur. Bu yarım yüz yıllık propagandanın sosyal ve psikolojik etkisinin bir günde değişeceğini ummak yanıltıcı olur.
Elbette Kürt meselesinde Öcalan kavramını yeniden toplumsal olarak inşa etmek gerekir. Ancak bunun nasıl yapılacağı üzerine hem devletin hem Kürtlerin biraz kafa yormasında fayda olabilir.
Suriye’de riskler
Kürt sorunu öncelikle bir demokrasi ve haklar konusudur. Bu doğru. Ancak hadisenin Suriye boyutu sürece bir güvenlik boyutu ekliyor. Türkiye’nin Kürt sorununda Suriye’de olup bitenleri güvenlik açısından hesaba katmamasını beklemek hayalcilik olur. Alman Yeşiller Partisi’ni Ankara’da siyasetin dümenine geçirseniz bu değişmeyecektir.
Kürt meselesinin iç dinamiklerinin ötesinde, Suriye boyutu bağlamında Türkiye’nin – ve doğal olarak geniş bir yurttaş kesiminin – bazı sorularına henüz kesin cevap verilmemiştir. Nasıl Kürt sorununun bir demokrasi boyutu olduğunu inkar etmek yanlışsa, Suriye bağlamında konunun bir devlet için kaçınılmaz olarak ulusal güvenlik endişesi üreteceğini kabul etmemek de aynı biçimde hayalcilik olur.
Bu noktada, Kürt siyasetinin daha açık ve somut biçimde Suriye dinamiklerinin uzun vadede Türkiye’ye bir güvenlik riski doğurmayacağını anlatması gerekiyor. Yine algı konusuna dönersek, nitekim Türkiye’de kalabalık bir kesim bu konuda ikna olmamışa benziyor.
Medyascope
BASıNDAN
2025-10-31Selahattin Demirtaş: Sürecin muhasebesi
2025-10-29Yusuf Ziya Cömert: Rüşvet parasıyla cami yapılır mı?
2025-10-28Yetvart Danzikyan: PKK hükümete ‘top sende’ diyor
2025-10-28Murat Sevinç: Yoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu?
2025-10-28Yıldıray Oğur: PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?
2025-10-28Vahap Coşkun: Menzile doğru bir adım daha
2025-10-26Yetvart Danzikyan: Kıbrıslılar dertlenmesin
2025-10-28Berrin Sönmez: 11.Yargı Paketi: Rejim bulanık suda balık avlar
2025-10-08Sedat Ulugana: Barutun yanında bıyık yağı ve puro
2025-10-08Yıldıray Oğur: Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor
2025-10-07Ayşe Hür: İrade
2025-09-30Yıldıray Oğur: Komisyon’da bir gün
2025-09-23Özge Mumcu: Kara kutu, sabun ve tuğla
2025-09-23Yıldıray Oğur: Şara, SDG’yi Türkiye ile tehdit etti mi?
2025-09-20Berrin Sönmez: Gonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar
2025-09-18Taner Akçam: Kürt açılımına iki engel
2025-09-18Fethiye Çetin: Adım adım
2025-09-18Özgür Amed: Barışın triyajı
2025-09-17Taner Akçam: İkinci Tanzimat
2025-09-14Yusuf Ziya Cömert: Faizi tesettüre soktuk