yazarlar makaleler
Tunay Şendal: Mülteci Sorununda Yeni Tehlike: Pogrom
7/10/2024

Tarihsel örnekler, pogromların yalnızca hedef alınan gruplara değil, tüm topluma büyük zararlar verdiğini göstermektedir. Özellikle mülteci karşıtı pogromlar, günümüz dünyasında acil çözüm bekleyen ciddi bir sorundur. Bu şiddet olaylarının önlenmesi için uluslararası toplumun, devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği içinde hareket etmesi gerekmektedir.

Türkiye’deki toplumun kendi ülkesinde kontrolsüzce “salınan” ve denetimsiz bir şekilde varlığını sürdüren bir sığınmacı kitlesi istememesi gayet haklı bir tepkidir. Bu tepkinin özü, bir pogrom ile eşdeğer tutulamaz. Ancak denetimsiz sığınmacı kitlesinin toplum arasında yarattığı infiallerin kontrolsüzlüğü, üzücü olayların daha büyük reaksiyonlara dönüşme ihtimalini taşımaktadır.

Pogrom, tarih boyunca çeşitli toplumlarda farklı sebeplerle ortaya çıkan şiddet eylemlerinin genel adıdır. Kelime kökeni itibarıyla Rusçadan gelen pogrom, özellikle etnik, dinî veya sosyal gruplara yönelik organize şiddet olaylarını tanımlamaktadır. Pogromlar, bazı zamanlar devlet desteği veya göz yumulmasıyla gerçekleşirken, hedef gruba yönelik büyük çaplı bu katliamlar, yağmalamalar ve zorla yerinden etmeleri de içermektedir.

Belirli bir gruba karşı yapılan sistematik ve yaygın şiddet eylemlerinden oluşan pogromlar, tarihsel olarak, genellikle dinî veya etnik azınlıkları hedef almıştır. Örneğin, 19 ve 20’nci yüzyıllarda Rus İmparatorluğu’nda Yahudi karşıtı pogromlar oldukça yaygındır. Bu pogromlarda binlerce Yahudi katledilmiş, evleri ve iş yerleri yağmalanmış ve birçok Yahudi yerinden edilmiştir. Benzer şekilde, 1938 yılında Nazi Almanyası’nda gerçekleşen Kristallnacht, Yahudi toplumuna yönelik büyük bir pogrom örneğidir. Bu olayda, Yahudilere ait sinagoglar, evler ve iş yerleri tahrip edilmiş, binlerce Yahudi tutuklanmış ve öldürülmüştür.

Pogromların etkileri, yalnızca fiziksel yıkım ve can kayıplarıyla sınırlı kalmadığı gibi toplumların sosyal dokusunu da derinden sarsmaktadır. Pogrom mağdurları, genellikle yaşadıkları travmalar nedeniyle uzun vadeli psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Ayrıca, pogromlar toplumlar arasında derin güvensizlik ve düşmanlık tohumları ekerek, gelecekteki barış ve iş birliği çabalarını da olumsuz etkilemektedir. Pogromlar sonucunda yerinden edilen insanlar, yeniden hayata tutunmakta büyük zorluklar çekerken eğitim, sağlık ve istihdam alanlarında ciddi kayıplar yaşanmaktadır.

Son yıllarda dünya genelinde mülteci karşıtı pogromlar artış göstermektedir. Suriye İç Savaşı, Rohingya Krizi ve Orta Amerika’daki çete şiddeti gibi sebeplerle milyonlarca insan, evlerini terk ederek başka ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Ancak, bu mülteciler gittikleri ülkelerde pek çok suça bulaştığı gibi suçla genellenenler arasında masum olanlar da çeşitli zorluklarla karşılaşmakta ve zaman zaman pogrom benzeri şiddet olaylarının hedefi olmaktadır. Özellikle Avrupa ve ABD’de mültecilere yönelik nefret söylemleri ve şiddet eylemleri giderek yaygınlaşmaktadır. Bu pogromlar, mülteci krizinin çözümüne yönelik uluslararası çabaları da zorlaştırmakta ve insani yardımların etkinliğini azaltmaktadır.

 

Türkiye’de yaşanan son gelişmeler de mülteci sorununda yeni bir tehlikenin çok uzak bir ihtimal olmadığını göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde, yabancı uyruklu bir kişinin küçük bir çocuğa tacizde bulunmasının ardından olaylar çıkmıştır. Taciz iddiasının bölgede yayılmasıyla kalabalık bir grup, bazı iş yerlerini ateşe verirken toplanan gruplar, yabancılara ait olduğu belirtilen iş yerlerine ve araçlara zarar vermiştir. Melikgazi’nin Danışmentgazi, Osmanlı, Selçuklu, Hürriyet ve Aydınlıkevler mahallelerinde iş yerleri ve araçlar hasar görmüştür. Büyüyen olaylar diğer şehirlere de sıçrarken Türkiye’deki Suriyelilere karşı gösterilen tepkilere karşılık olarak İdlib gibi şehirlerde de Türk bayrakları yakılarak kitlesel tahrik görüntüleri sergilenmiştir. Sosyal medyada da büyük infial yaratan görüntüler toplumsal tansiyonu artırırken “normalleşme” sürecine girmeye çalışan siyaset gündeminin de gerilmesine neden olmuştur.

Türkiye siyasi tarihine “6-7 Eylül Olayları” olarak geçen hadiselerde de benzer kitlesel şiddet olayları görülmüştür. Türkiye’nin modern tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak kabul edilen 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da ve İzmir’de yaşanan olaylar, azınlık topluluklarına karşı yapılan sistematik saldırılar ve yağmalamalarla damgasını vurmuştur. 6-7 Eylül Olayları, Türkiye’nin azınlık toplulukları üzerinde derin izler bırakırken olayların ardından birçok azınlık mensubu, güvenlik endişesiyle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu durum, Türkiye’nin demografik yapısında önemli değişikliklere yol açtığı gibi azınlık topluluklarının ekonomik ve sosyal hayata katılımını da ciddi şekilde azaltmıştır. Siyasi açıdan bakıldığında, 6-7 Eylül Olayları Demokrat Parti hükümetinin itibarını zedelerken uluslararası alanda Türkiye’nin insan hakları sicilini olumsuz etkilemiştir. Olayların ardından yapılan soruşturmalar, hükümetin ve emniyet güçlerinin olayları önlemede yetersiz kaldığını ortaya koyarken, bu durum, hükümete karşı eleştirilerin artmasına ve iç politikada huzursuzlukların büyümesine yol açmıştır.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşanan ve tarihe Madımak Olayı olarak geçen trajik olay, yalnızca 37 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’deki toplumsal ayrışmaların ve hoşgörüsüzlüklerin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini de gözler önüne sermiştir. Bu olay, Türkiye’deki Alevi toplumu üzerinde derin bir travma yaratırken toplumsal ayrışmaları daha da derinleştirmiş, Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü, hoşgörü ve farklılıkların bir arada yaşama kültürü konusundaki eksiklikleri de gözler önüne sermiştir. Bu olaylar, azınlık haklarının korunmasının yanında düşünce özgürlüğü ve toplumsal barışın önemini bir kez daha göstermiştir. Türkiye’nin siyasi tarihinde yaşanan bu tür olaylar, toplumun farklı kesimlerinin bir arada barış içinde yaşamasının önemini vurgulamaktadır. Tarihsel hafızanın diri tutulması ve geçmişten ders çıkarılması, benzer olayların tekrar yaşanmaması için kritik öneme sahiptir.

Suçun Bireyselliği İlkesi

Bireysel olarak işlenen bir suçun tüm gruba genellenmesi, toplumsal adalet ve eşitlik açısından kabul edilemez bir durumdur. Adalet ve eşitlik, hukukun temel prensiplerindendir. Suçun bireyselliği ilkesi, suçun yalnızca failin sorumluluğunda olduğunu belirtir. Bir gruba yönelik genellemeler, bu ilkeyi ihlal eder ve masum bireylerin haklarını zedeler. Hukukun üstünlüğü, her bireyin eşit muamele görmesini ve sadece kendi eylemlerinden sorumlu tutulmasını gerektirir. Toplumun tüm kesimlerinin adalete olan güveninin sağlanması, bu ilkelerin titizlikle uygulanmasına bağlıdır. Ancak Türkiye’de uygulanan yanlış politikalar sonucu ortaya çıkan mülteci sorunu, toplum arasında ciddi rahatsızlara neden olurken özellikle son zamanlarda tezahür eden mülteci grupları arasındaki suç haberleri, toplumsal infiallerin odak noktası olmuştur.

Türkiye’nin mülteci politikalarında en büyük eksikliklerden biri, dengesiz ve denetimsiz bir şekilde ülkeye kabul edilen mültecilerin topluma entegrasyonunun yeterince sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Mültecilerin dil, kültür ve iş hayatına entegrasyonu için yeterli eğitim ve destek programları sunulmadığı gibi bu durum, mültecilerin topluma uyum sağlamasını zorlaştırmakta ve sosyal uyumsuzluklara yol açmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde mültecilerin iş gücü piyasasına girmesi, toplumda işsizlik oranlarının artmasına neden olmuştur. Mültecilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırılması, toplum arasında iş bulma imkânlarını kısıtlamakta ve ekonomik dengesizliklere yol açmaktadır. Toplum ile mülteciler arasındaki kültürel ve ekonomik farklılıkların ayrımcılık ve nefret söylemlerini körüklemesi toplumsal huzursuzlukları ve şiddet olaylarını beraberinde getirmektedir. Ayrıca mülteci politikalarının yetersizliği, güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Özellikle kimliksiz mültecilerin varlığı, suç oranlarının artmasına ve güvenlik açıklarının oluşmasına neden olmaktadır.

Toplumun sinir uçlarına dokunan bu problemler çözümsüzlüğünü sürdürdükçe yükselen gerginlik ortamı, patlamaya hazır bir bomba misali toplumsal tansiyonu da artırmaktadır. Bu sorunların çözümü için iktidar tarafından mültecilere yönelik daha sıkı, somut, kapsayıcı ve sürdürülebilir politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Daha fazla mülteci alımına son vererek kaçak statüsündeki sığınmacıların ülkelerine gönderilmesi, kalıcı statüsündeki mültecilerin topluma entegrasyonu, toplum ile mülteciler arasındaki uyumun sağlanması ve ekonomik dengenin korunması için devletin daha etkin bir rol üstlenmesi şarttır. Aksi halde mevcut mülteci politikaları, her geçen gün birlikte yaşama anlayışının zayıfladığı bir sürecin sonunda toplumsal huzursuzlukların ve ekonomik sorunların daha da derinleşmesine yol açacaktır.

Tarihsel örnekler, pogromların yalnızca hedef alınan gruplara değil, tüm topluma büyük zararlar verdiğini göstermektedir. Özellikle mülteci karşıtı pogromlar, günümüz dünyasında acil çözüm bekleyen ciddi bir sorundur. Bu şiddet olaylarının önlenmesi için uluslararası toplumun, devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği içinde hareket etmesi gerekmektedir. Pogromların önlenmesi, yalnızca hukuki ve güvenlik önlemleriyle değil, aynı zamanda toplumsal farkındalık ve eğitim yoluyla da mümkün olabilir. Unutulmamalıdır ki her bireyin insan haklarına saygı gösterilmesi, daha barışçıl ve adil bir dünya için atılacak en önemli adımdır.

Perspektif

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar