2025-04-28
Başarı ile tamamlanan bir süreç, iktidara Kürtler ile arasındaki makası kısmen de olsa kapatma şansı verirken muhalefeti de Kürtleri yanlarında tutmak için daha çok çaba sarf etmeye yöneltir. Silahın olmadığı bir vasatta siyasette zarlar yeniden atılır; hem iktidarın hem de muhalefetin daha yaratıcı ve daha esnek olmaları icap eder.
1 Ekim’de başlayan çözüm sürecinde işler rayında yürüyor. İktidar sözcüleri, PKK’nin fesih kongresini yakın bir tarihte toplayacağına dair peşi sıra sinyaller veriyorlar. PKK’den de bunları reddeden ya da sert bir karşıtlık içeren bir itiraz gelmiyor. Tabiatıyla kongrenin hazırlıklarının yapılması için güvenliğin sağlanması, kongreye Öcalan’ın liderlik etmesi ya da Öcalan’ın İmralı adasındaki koşullarının iyileştirilmesi gibi bazı talepler ileri sürülüyor.
Hepsi karşılanabilir bu taleplerin, öyle atla deve istekler olmadığından bir orta noktada uzlaşılabilir. Her iki tarafı da tatmin edecek ve süreci bir sonraki merhaleye taşıyacak mekanizmalar bulunur muhakkak. Çünkü Türkiye için PKK’nin silah bırakması, okyanusu aşmaya denk düşer, bu talepler ise dereden geçmek gibi. Herhalde okyanusu aşma hedefini önlerine koyan taraflar, başlarına gelen bunca hadiseden sonra, derede boğulmayacak basireti gösterirler.
PKK’nin silahlara veda etmesi, tarihin dönüm noktalarından biri olacak. Ancak Bahçeli’nin öncülüğüyle girişilen bu teşebbüse çeşitli nedenlerle muhalif olanlar, zaman içinde farklı tavırlar geliştirdiler. Önce, buradan müspet bir netice alınmayacağı söylendi. Bahçeli herkesin bildiği Bahçeli’ydi; onun el attığı bir işin hayırlara vesile olacağını düşünmek için insanın aklını peynir ekmekle yemesi gerekirdi. Kendilerine güvenleri tamdı; “Bir imkân olabilir, denemek lazım” diyenlere bakışları ise müstehziydi.
Lakin mevzu onların düşündüğünün tersi yönde aktı. Konu dallanıp budaklandı, iş ciddiye bindi. Çözüm patikasında somut adımlar atıldığında dil değişti ve bunun aslında pek de mühim olmadığı vurgulanmaya başlandı. “Zaten PKK’nin Türkiye’de hareket edecek hali yok” idi. “PKK silah bıraksa ne olur, bırakmasa ne olur!” minvalinde ifadeler dolaşıma sokuldu. Doğrusu değişen bir husus olmayacaktı, o nedenle yapılana çok büyük bir mana atfetmemek, olan-biteni abartmamak lazımdı.
Duvarda Asılı Silah
Oysa mesele öyle değil. Çünkü 41 yıldır devam eden bir çatışma var ve bu çatışma toplumu birçok yönden derinden yaraladı. Silahın insanlarda yarattığı menfi bir algı var. Dolayısıyla PKK silahlı varlığını devam ettirdikçe ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadele iddiasından vazgeçmedikçe, silaha el atmasa bile bu algının değişmesi zor.
Keza silahla oluşan bir statüko da söz konusu. Devlet siyasi ve askerî yapılanmasını buna göre örgütledi; söylemini bunun üzerine kurdu ve sonu otoriterliğe varan her yolun taşını buna dayanarak döşedi. Duvarda asılı durdukça her an patlayacağı endişesi yaratan bir silah, yılar içinde kökleşen statükonun hayatiyetini sürdürmesinin en büyük aracı oldu.
İktidarlar geldi geçti ama her gelen iktidar baskıcı siyasetlerini silahın varlığıyla meşrulaştırdı. Son 40 yılda acı bir şekilde deneyimlendiği üzere bütün iktidarlar, PKK’nin silahını gösterip işaret edip bunun ülke için çok büyük bir tehlike teşkil ettiğine halkı ikna etmiş ve buna yaslanarak da hak ve hürriyet alanlarını daraltmış, hoşa gitmeyen talepleri bastırmış ve muhaliflere dünyayı dar etmiştir. Halkı korkutmak ve insanları özgürlüklerinden vazgeçer hale getirmek için PKK’nin silahını kullanmada, iktidarların çok mahir olduğu teslim edilmelidir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde PKK’nin silahlarını gömmesinin Türkiye için büyük bir anlam taşıdığı su götürmez. PKK’nin kendini feshetmesi Türkiye siyasetinde birçok taşın yerinden oynamasını ve oyunun yeniden kurulmasını sağlar. Evvelemirde, iç ve dış siyasette dört noktada bir değişimin yaşanacağı söylenebilir.
Ayı ile Dans
Birincisi, PKK’nin olmadığı yeni hal, Türkiye’nin bölge siyasetine doğrudan tesir eder. Bölgede yeni bir denge kuruluyor. Tarihsel arka planı olan devlet-dışı örgütler kuvvet kaybına uğruyor, vekil güçler sahadan çıkarılıyor ve çatışmalar doğrudan devletler arasında cereyan etmeye başlıyor. Dün Gürcistan’ı hedef alan Rusya, bugün Ukrayna’yı ateş tahtasına oturtuyor. Trump’ın idaresindeki ABD, bütün uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak sağdan soldan toprak istiyor. Hem de lafı hiç eğip bükmüyor, racon kesiyor, karşı çıkanı perişan edeceğini duyuruyor. İsrail, bir daha kolunu kanadını kıpırdatamasın diye Suriye’ye her geçen gün daha çok müdahil oluyor.
Devletlerin ve rejimlerin çöktüğü ya da çökme tehlikesiyle yüz yüze geldiği bu manzara, bütün devletleri kendi içinde güçlü olmaya mecbur ediyor. Güçlü olmak, yaralarıyla yüzleşmek, onlara çare bulmak ve bunun için irade ortaya koymakla mümkün. Türkiye açısından bu, PKK sorununu çözmek ve bölgesel düzeyde Kürtlerle ittifak kurmak manasına geliyor.
Kürt meselesinin varlığı, Türkiye’nin bölge siyasetinde en zayıf tarafını oluşturuyor. Çünkü Ankara, bölgedeki her gelişmeye daima Kürtlerin kazanımı ve kaybı üzerinden bakıyor. Ve çoğunlukla da Kürtlerin kaybına yatırım yapıyor. Bu da Türkiye’nin bölge siyasetini son derece öngörülebilir kılıyor. Mesela Türkiye’nin tansiyonunu zıplatmak isteyen bir ülke, hemen Kürtlerle ilgili bir açıklama yayınlıyor.
PKK’nin silah defterinin kapanması ve Kürtlerle işbirliği kurması, Türkiye’nin bu zaafını giderir. Türkiye artık bölgeye baktığında dikkatini sadece PKK’ye ya da Kürtlere vermez, sahnedeki diğer aktörleri ve dinamikleri görür ve siyasetini bunları hesaba katarak belirler. Bu da Türkiye’nin hareket alanının genişlemesini, daha esnek ve opsiyonları daha geniş politikalar izlemesini sağlar.
İkincisi, PKK’nin silahları terk etmesi Türkiye’nin ABD ve Batı ile olan münasebetlerini de etkiler. Çünkü bilhassa 2015’ten bu yana Türkiye ile ABD ve AB arasında sert rüzgârların esmesinin başlıca nedeni de PKK idi. PKK’nin ABD desteğiyle Suriye’de hatırı sayılır bir alanı kontrol edecek bir güce erişmesine Türkiye radikal bir tepki gösterdi ve ABD’ye karşı Rusya ile pozisyon aldı.
Oysa Türkiye, hiçbir vakit Rusya’nın niyetlerinden emin olmamış ve tarih boyunca hep bu devlete karşı tetikte durmuştu. Bir ayı ile dansa kalkıldığında dansın ne zaman biteceğine ayının karar verdiğini, Türkiye yakinen biliyordu. Silah külah işlerinin sona ermesi, Türkiye’yi bu sancıdan kurtarır ve ABD ile ilişkileri düzene sokar. Keza Kürt meselesinin çözümü için demokratikleşme adımlarının atılması, Türkiye ile AB arasında açılan mesafeyi de azaltır.
Yeniden Atılan Zarlar
Üçüncüsü, Türkiye’nin hâlihazırdaki siyasi tablosunu dönüştürür. DEM Parti, 2013-2015 çözüm sürecinin rafa kaldırılmasından sonra iktidara karşı keskin bir tavır aldı ve muhalefet blokunun etkin bir parçası oldu. 2018’den itibaren yapılan yerel ve genel seçimlerde, bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak muhalefeti destekledi. İki neticesi oldu bunun: Bir taraftan, iktidar Kürt seçmenlerden uzaklaştı. Diğer taraftan da DEM Parti’nin koşulsuz bir şekilde muhalefetin yanında durması, muhalefeti “Başka seçenekleri yok, Kürtler bize mecbur” duygusuna soktu.
Silah gündemden kalktığında, iktidarın da muhalefetin de Kürtlere dönük bakış açılarını yenilemek zorunda kalacakları izahtan vareste olsa gerektir. Başarı ile tamamlanan bir süreç, iktidara Kürtler ile arasındaki makası kısmen de olsa kapatma şansı verirken muhalefeti de Kürtleri yanlarında tutmak için daha çok çaba sarf etmeye yöneltir. Silahın olmadığı bir vasatta siyasette zarlar yeniden atılır; hem iktidarın hem de muhalefetin daha yaratıcı ve daha esnek olmaları icap eder.
Dördüncüsü ve en mühimi, PKK’nin silah bırakması, Türkiye’de rejimin karakterini de değiştirir. Kürt meselesi ve bununla bağlantılı olarak silahın ve çatışmanın varlığı, Türkiye’de otoriter bir siyasete, istikrarsız bir ekonomiye, kısır bir diplomasiye ve hak ve hürriyet dozu düşük bir hukuka sebebiyet verir. Bir başka ifadeyle, bu rejimin özgürlük ve refahta yetersiz kalmasının da, zora başvurmada abartmasının da kaynağında bu mesele yatar.
Silah devre dışı kaldığında; siyaseti baskıcı kılan, iktisadi hayatı kırılganlaştıran ve hukuku güdükleştiren en önemli faktör tasfiye edilmiş olur. Gayri-hukuki ve anti-demokratik tasarruflar, silahın olmadığı bir zeminde halka, bugün olduğu gibi, kolayca kabul ettirilemez. Silahın yokluğu rejimin yerleştirildiği çerçeveyi dağıtır ve rejimi yeniden tanımlanmaya icbar eder.
Ezcümle bu süreç, öyle dudak bükülecek veya gündelik birtakım hesaplar uğruna kıymetten düşürülecek bir süreç değil. Aksine hepimizin hayatına değecek bir potansiyel barındırıyor. Gerçekten “tarihi” sıfatını hak eden bir süreçten geçiyoruz. Bu kez fırsatı kaçırmamalı, olası tehlikeleri bertaraf etmek için sorumlulukla davranmalı, süreci kazasız belasız ilerletmeli ve başarıyla sonuçlandırmalıyız.
Zira barış ile taçlanan bir başarı hepimize iyi gelecek.
Perspektif
BASıNDAN