Türkçe | Kurdî    yazarlar
Haftalık kadın düşmanlığı kotamız dolmuştur

2025-12-20

Jasmine, Manifest, Eşref Rüya, Taşacak Bu Deniz

Binnaz Saktanber

Ömürlük kadın düşmanlığı kotamız dolmuştur, daha fazlasına tahammül edemiyorum

Geçtiğimiz hafta yine kadın düşmanlığı kotamızı doldurduğumuz bir hafta geçirdik. İlk önce pop grubu Manifest'e “hayasızca hareketlerde bulunma" suçlamasıyla yargılandıkları davada 3 ay 22'şer gün hapis cezası verildi. Sonra HBO Max’te yayına giren ve seks işçisi bir kadın karakterin hayatını anlatan Jasmine dizisi “Türk toplumunun temelini oluşturan aile yapısını hedef alması” sebebiyle RTÜK‘ten platformdan çıkarılma cezası yedi. O esnada halka açık televizyon kanallarında en yüksek reytingleri alan dizilerde ise kadın cinayetleri amasız sansürsüz yayındaydı. TRT1’de yayınlanan Taşacak Bu Deniz dizisinde bir kadının elleri kolları bağlanmış ve baygın vaziyetteyken alnının ortasından vurularak öldürülüşünü izledik. Bu sezonun çok reytingli “bir mafya sevdim” dizisi Eşref Rüya’daysa Eşref karakteri eğer sevdiği kadın ona ihanet ederse “bir gece çok içkili olduğunda araba sürerken kaza yapabileceğini” ilan ediyordu gururla.

Manifest ve mühim suçları

Manifest’e gelen ceza eylül ayında İstanbul Küçükçiftlik Park'ta verdikleri bir konser sebepli. Grubun çocuk seyirciyi kapsamayan ve biletleri 18 yaş üstüne satılan konserinde giydikleri kıyafetler ve sahnede yaptıkları şovlar sonrası haklarında "hayasızca hareketlerde bulunma" suçlamasıyla dava açılmış ve akabinde grup Türkiye turnelerini iptal etmek zorunda kalmıştı.

İstanbul 49'uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararıyla kadın müzisyenlerin sahnede dans etmesi, seksi gözükmesi ve kendilerini bedenen ifade etmesinin büyük suç teşkil ettiğini öğrenmiş olduk. Aynı şovları erkek sanatçılar yaptığında ne oluyor derseniz: Hiçbir şey. Kendi bedenine dokunarak dans eden, meme uçlarını gösterecek veya cinsel organını belli edecek şekilde giyinen erkek müzisyenlerin yaptığı performanslar hiçbir sosyal linçe veya hukuki radara girmiyor. “Girsin” demiyorum elbette, herkes rahatça sahne şovunu yapsa ne güzel olur, ama sadece kadın+ bedeni ve toplumsal varlığının kriminalleştirilip terbiye edilmesi amacı güden bu çifte standardın da farkında olalım istiyorum.

Jasmine ve Mahsun J

Benzer bir çifte standart platform dizilerinde de karşımıza çıkıyor. Aynı konuyu işleyen iki diziden kadın karakterli olan “ahlaksız” damgası yerken, erkek karakterli olan “tatlı ve komik” diye nitelendirilip yoluna engelsiz devam ediyor. Jasmine dizisi kalp rahatsızlığı olan ve organ nakli için seks işçiliği yapan Yasemin karakterinin hikayesini anlatıyor. Gain platformunda iki sezondur yayınlanan Mahsun J’nin de benzer bir konusu var. Borç içinde yaşayan motorkurye Mahsun, ekonomik darboğazdan çıkmak için seks işçiliği yapmaya karar veriyor. İki dizinin kullandığı argo ve çıplaklık içeren sahne oranı yakın. Ancak biri hiçbir risk almadan yayınına devam edebilirken, diğeri daha ilk bölümden idari para ve katalogdan çıkarma cezası yedi bile. Basında yer alan ceza haberlerine rağmen HBO Max’ın Jasmine’in ikinci bölümü de yayına soktuğunu ve konuyla ilgili sorduğum soruya “süreç devam ediyor” şeklinde yanıt verdiğini de belirteyim.

“Ebeveyn kontrolü önerilir”

Hem Jasmine hem Mahsun J parayla abone olunan dijital platformlarda +18 uyarısıyla yayınlanıyor. Her iki platformda da çocuk profili oluşturabiliyor, hangi içeriği kimin izleyebileceğini yönetebiliyorsunuz. Jasmine’in ikinci bölüm fragmanı da bu durumu hatırlatan bir tavırla, “ebeveyn kontrolü önerilir” ibaresiyle yayınlandı. Esas önemli olansa “Free TV” de denen halka açık, evimizin arka planında her daim yayında olan kanallarda ne izliyoruz, neye maruz kalıyoruz, bu.

Taşacak Bu Deniz

Kamu yayıncılığı yapmakla yükümlü, hepimize ait TRT’de yayınlanan Taşacak Bu Deniz dizisi reyting rekorları kırıyor. Düşman ailelerin arasında kalan imkânsız bir aşkı anlatan dizi özellikle yeni oyunculara yer vermesi, müzikleri ve Karadeniz doğasını öne çıkarmasıyla seviliyor. Dizide tıpkı diğer TRT işleri gibi bırakın cinselliği, öpüşme sahnesi dahi görmek imkansız. Ancak bu kadın cinayeti görmemize engel olmuyor. Dizinin son bölümünde Ballı karakteri dizinin kötü adamı Şerif tarafından kaçırılıyor ve elleri kolları bağlanıyor. Baygın durumdaki kadın daha sonra alnının ortasından vurularak bir hamlede öldürülüyor. Seyirci vurulma anını, kanların duvara sıçramasını görüyor. Youtube yayınında “intihar ve kendine zarar verme içerir” uyarısıyla çıkan dizi, halka açık yayında ise herhangi bir uyarıya yer vermiyor.

İşin daha da kötüsü, sosyal medyada karakteri canlandıran oyuncunun “çirkin” bulunduğu, bu sebeple diziden öldürülerek çıkarıldığına dair bir söylenti dolaşması. Ballı karakterini canlandıran oyuncu Özge Arslan sosyal medyasından “ne kadar kötüsünüz” yazan bir hikaye paylaşıyor ve konunun onu yaraladığını ima ediyor. Arslan, 19 Aralık’ta yaptığı uzun paylaşımda ise sahneyi eleştiriyor ve şöyle yazıyor: “Sizleri şaşkınlığa uğratan o final benim için de hiç beklenmedik ve zor bir finaldi. Geri dönüşü olmamacasına bitti. Şiddetin yakıcı ve korkutucu gerçeğe büründüğü bu dünyada, nerede durduğumuzu bilerek etik sorgulamalar yapmanın çok kıymetli olduğuna inanıyorum.”

Oyuncuların sorumluluğu

TRT bu konuda etik bir sorgulamaya gidecek mi bilemiyoruz, başrol oyuncuları Ulaş Tuna Astepe ve Deniz Baysal da herhangi bir açıklama yapmadığı için onların konuya yaklaşımını da bilmiyoruz. Ama sosyal medyada oyuncuların bu konuda sorumluluk alması ve bu tür senaryolarda oynamayı kabul etmemeleri gerektiğini söyleyen çokça paylaşım var. Bir kullanıcı şöyle yazmış örneğin: “Bunu nasıl kabul etti tüm ekip anlayamadım. Sektörde oyuncuların bu kadarcık bile söz hakkı yok mu Allah aşkına? Bunca olayı konuşurken nasıl bir kadının alnının ortasından vurularak katledilmesine senaryo deyip geçebilirsiniz?” “Bunca olay” dan kasıt 2025 yılının sadece ilk on ayında öldürülen 317 kadın. Yıl daha bitmedi, sayaç işliyor.

Eşref Rüya

Benzer eleştiriler Eşref Rüya dizisinin starları Çağatay Ulusoy ve Demet Özdemir için de yapılıyor. Zira büyük starların kadına karşı şiddet içeren senaryolara dair sözleşmelerine şerh koyabilecekleri ve şiddeti normalleştiren, hatta özendiren sahnelerde oynamayı reddetmeleri mümkün. Bunu yapan oyuncular var. Bu güçte olan yıldızların tümü bunu prensip edinse, ekranlarda bir değişime gidebileceğimiz de aşikâr.

Eşref Rüya’da yayınlanan sahnenin vahameti de burada yatıyor. Dizide Eşref Nisan’a “Benim sevdiğim kadın bana ihanet edemez!” buyuruyor. Nisan “Öldürür müydün?” diye sorunca “Öldürmezdim. Ama bir gece çok içkili olduğunda araba sürerken kaza yapabilirdi” diye cevap veriyor. Farkındaysanız olay o kadar coşmuş ki, erkeğin şiddetine mahzar olabilmek de bir ayrıcalık olarak sunuluyor. Herhâlde adam sevmediği kadını öldürecek değil! Bu esnada bir yemek sofrasında olduklarını ve masadaki içkilerin buzlanarak yayınlandığını da hatırlatalım. İçkinin, cinselliğin tabu kabul edildiği televizyon evreninde, kadınların öldürülmesi, öldürülen kadınlara kaza süsü verilmesi vaka-i âdiye sayılıyor.

Savunmak zorunda mıyız?

Ekranda ve popüler kültürde içine sokulduğumuz bu şiddet ve yasak sarmalı çoğumuzda bir kızgınlık ve tükenmişlik hissi yaratıyor. Kadın sanatçılar üzerinden uygulanan kontrol mekanizması ve ekranlarda serbestçe dolaşan şiddet anlatıları bitmiyor. Her daim gündem edilecek, “bu olmasın!” “şu yasaklanmasın!” denecek bir konu hayatlarımızda yer kaplıyor. Bu da kimilerine göre feministleri savunma hattında bırakan bir siyasete sıkıştırıyor. Senarist Haziran Düzkan bu konuya dair attığı tweetlerde Jasmine dizisinin erkek bakış açısıyla yaratılmış bir iş olduğunu ve benzer işleri sırf yasaklanıyor diye savunmak zorunda kalmaktan çok sıkıldığını, üstelik bu savunmanın da iktidar nezdinde bir işe yaramadığını söylüyor. “Hep defanstayız” diyen tweetler “Biraz da oyun kuralım” diye bitiyor.

Burada biraz muallak duyulan “oyun kurmaktan” kastedilenin ne olduğunu hem Haziran’a hem de benzer görüşteki kadın yaratıcılara sorduğumda aldığım cevapları “en basitinden kendi hikayelerimizi yaratmak, feminist sanat üretmek, bu sanatı yaygınlaştırmak ve tüm bunları yapabilmek için örgütlenmek” şeklinde özetleyebilirim. Zira ekranlarda yer bulan kadın odaklı hikayelerin çoğunun erkek yazar ve yönetmenlere teslim edilmiş olması da ciddi bir eleştiri noktası.

Nerede duralım?

Savunma hattına geriletilme hissinin verdiği sıkıntıyı ben de zaman zaman hissediyorum. Reaktif olmak, içinde bulunduğumuz şartlarda bir mecburiyet, bazen de seçeneksizlik içinde tek seçenek olarak karşımıza çıkıyor. “Bu da mı bize kaldı?” hissi çok yorucu olabiliyor. Bu tepkiselliğe adanan emek ve enerjiyi daha faydalı ve işe yarar bir noktaya nasıl harcayabiliriz, bizden çalınan bu üretkenliği nasıl geri alırız, bunu hep beraber nasıl beceririz? Bunları konuşmayı çok değerli ve ivedi buluyorum. Ama bize dikte edilen bu düşman ve seksist gerçeğin içinde gün be gün yaşarken eleştirmemeyi, söz söylememeyi, tepki koymamayı da, şimdilik bir ihtimal olarak göremiyorum.

Çünkü varoluşumuzun uygun ya da uygunsuz olarak kodlandığı; giyimimizin, hareketlerimizin denetim altında tutulduğu; bedenlerimizin devletin, medyanın ve toplumun ahlaki düzen adına kontrol ettiği nesnelere indirgendiği bir toplumda yaşamak istemiyorum. Erkek sanatçıların geniş geniş yürüdüğü yollarda kadın sanatçılardan beklenen ölçülülük, edeplilik ve uysallık normlarını hiçbir iş veya isim için kabul edemiyorum, kim olursa olsun sanatçıları özgür, sansürsüz ve baskısız izlemek (veya izlememek) istiyorum. Ekranda milyonların izlediği, çoğu genç erkeğin rol model kabul ettiği karakterlerin şiddeti romantize etmesine, şiddeti makul erkekliğin asgari şartı olarak lanse eden işlerin tahta çıkmasına razı gelmek istemiyorum. Ömürlük kadın düşmanlığı kotamız dolmuştur, daha fazlasına tahammül edemiyorum.

T24

KADıN