Türkçe | Kurdî    yazarlar
Türkiye’nin Kürt karşıtı savaş stratejisi

2025-10-07

Rojava’dan Halep’e

Evdeki hesap çarşıya uyar mı? Bu, gelişecek direnişe bağlı. Özerk Yönetim bölgesinde güçlü bir direniş gelişirse sahadaki hesaplar bozulur ve Şam zorunlu olarak Özerk Yönetim'in özerkliğini tanımak durumunda kalır.

HALİT ERMİŞ

Halep’teki Kürt mahalleleri Şexmeqsud ve Eşrefiye’ye yapılan son saldırılar sadece lokal bir güvenlik olayı değil: 10 Mart’ta varılan mutabakat ile 1 Nisan’daki anlaşmanın fiilen bozulduğuna işaret ediyor. Bu saldırılar, Türkiye ile sahadaki vekil güçleri arasındaki yeni dinamiğin Kürt varlığına karşı nasıl bir tehdit oluşturduğunu gösteriyor.

Son 24 saatte HTŞ ve SMO çeteleri tarafından ağır silahlar, tanksavar füzeleri ve havan toplarıyla yoğunlaştırılan bombardımanlar, mahallelerde 1 sivilin şehadetine ve en az 20 kişinin yaralanmasına yol açtı; aynı zamanda İç Güvenlik Güçleri tarafından bir HTŞ dronu düşürüldü ve saldırılar püskürtülmeye devam etti.

Belli ki Suriye’de savaş yeniden tırmanacak. Güçler arası dengeler diyalog ve müzakere ile değil, yeni bir savaş ve çatışma üzerinden belirlenecek. Suriye’de çıkar hesabı bulunan küresel aktörler, Suriye halklarını çatıştırarak bölgedeki konumlarını güçlendirme ve nüfuzlarını kalıcı hâle getirmeye çalışacak.

Alevi ve Dürzi topluluklarına yönelik katliamların ardından, Kürt halkını hedef alan yeni bir soykırım saldırısıyla Suriye’nin geleceği yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu saldırılarda sivillere karşı göz yaşartıcı gaz ve gerçek mermi kullanılması, kuşatma altındaki 400 binden fazla sivilin hayatını tehlikeye atarak mahallelerin ablukasını daha da şiddetlendirdi.

Sahadaki gelişmelerin, çatışmaların özerk bölgeden kopuk Kürt mahalleleri olan Şexmeqsud ve Eşrefiye’den başlatılması ise manidar. Bu mahallelerin çemberde olması, Türk devleti ve çeteleri açısından kolay lokma olarak görülüyor olabilir.

Saldırılar birden fazla hedefe odaklanmış. Adeta bir taşla birden çok kuş vurulmak isteniyor. Olası planları özetlemek gerekirse:

SMO ÇETELERİNİ HAKİM KILMAK

Belli ki Türk devleti bir yandan HTŞ üzerinden Suriye’deki işgalini meşrulaştırmaya çalışırken, diğer yandan kendi denetimindeki SMO çetelerini sahaya sürerek HTŞ’yi de içten denetime almayı hedefliyor. Dün gece başlayan yoğun çatışmalarda Al-Jalaa, Al-Jazira kontrol noktası ve Yunan Hastanesi çevresinde HTŞ güçleri ile Asayiş arasında şiddetli çatışmalar yaşandı ancak saldırılar İç Güvenlik Güçleri tarafından başarıyla geri püskürtüldü.

Colani halen zayıf konumda. Bu durumda Türk devletine bağlı SMO çeteleriyle eş güdüm şeklinde hareket etmeyi lehine görüyor. Bunu yaparak koltuğunu sağlama almayı planlıyor. Başarırsa, Kürt, Alevi ve Dürzilere karşı elini güçlendirmiş olacak.

GÖSTERGELER COLANİ-TC İTTİFAKINA İŞARET EDİYOR

Türk devleti, bu ittifak aracılığıyla bir yandan kendi ideolojik hattını, bir yandan da sahadaki fiili işgalini sürdürmeyi hedefliyor. Bu maksatla vekil güçlerini dolaylı biçimde HTŞ’nin yanına konumlandırarak sahadaki etkinliğini Şam siyasetinde etkin bir güce dönüştürmeye çalışıyor.

TC, sahada hakim olmayı varoluşsal bir zorunluluk olarak gördüğünden Şam’ın yanında yer almayı tercih ediyor; bu bakış açısı, Kürtlerin tasfiyesini amaçlayan bir planı kendisi açısından en uygun seçenek olarak değerlendiriyor.

Türk devleti, böyle bir hamleyle bir yandan Erdoğan’ın Kuzey Irak üzerinden “hata” olarak nitelendirdiği Kürt kazanımlarının Kuzey Suriye’de tekrarlanmasına izin verilmeyeceğini sahada gösterirken, diğer yandan Suriye’nin geleceğinde belirleyici aktörlerden olma konumunu güçlendirmeye çalışıyor.

Ancak Suriye’de belirleyici bir aktör olabilmek için Türkiye, bölgesel ve küresel güçler arasındaki dengeyi hassas biçimde kurmayı kendisi açısından zorunlu görüyor. Şam üzerinden saha ve siyaset hakimiyetini sağlamlaştırmayı hedefleyen Ankara, bu hesaba göre İsrail’in bölgesel yayılmacılığına karşı bir denge unsuru yaratmayı amaçlıyor. Bu amaçla da sahada Kürtleri ezme politikası uyguluyor.

TC’NİN KÜRT SİYASETİNİ DE İKİ YÖNLÜ OKUMAK GEREKİR

Türkiye, Kürtleri tasfiye etmeye çalışırken aynı anda iki olası sonuç senaryosunu gözetiyor. Birincisi, Kürtlere saldırarak güçten düşürmek; bu süreçte Arap halkı ve özellikle aşiretlerin milliyetçi tepkisini köpürterek iç çatışma çıkarıp sahada işgal alanını genişletmek. İkincisi ise İsrail tehdidini bertaraf etme hedefiyle bağlantılı bir propaganda ve diplomasi oyunu: Eğer İsrail ile bir ittifak kurulursa, Kürtlerin Araplara veya Filistin’e karşı hareket ettiği ve İsrail’le iş birliği yaptığı iddiasıyla bölgesel bir tepki örgütlemeyi öngörüyor. İttifak sağlanmasa bile Kürtler yalnızlaştırılarak uluslararası sessizlik yaratılıp soykırım kolaylaştırılabilir.

Bu durumda tüm yollar, Türkiye’nin Şam siyaseti ve sahada çeteler aracılığıyla hakimiyet kurma planına çıkıyor.

Dikkat edilirse Erdoğan, 1 Ekim Meclis açılışında yeni bir dejavu yaşanmasına izin verilmeyeceğini söyledi.

PEKİ NEDİR BU DEJAVU?

Bu durum, Başûrê Kurdistan’da Saddam sonrası ilan edilen federasyonun bir tür dejavusudur. Erdoğan, Kuzey Suriye’de benzer bir oluşuma asla izin vermeyeceklerini defalarca açıkladı; ilk kez söylemiyor, binlerce kez üstüne basa basa vurguladı. Yani Suriye’de Kürtlerin statü sahibi olmasına kesinlikle izin verilmeyecek; bu da fiilen yeni bir soykırım savaşı anlamına geliyor.

Özcesi, bu husustaki göstergeler de sahada savaşı yürütenin Türk devleti olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

6-7-8 EKİM OLAYLARININ YIL DÖNÜMÜ TESADÜF MÜ?

Şexmeqsud saldırılarının Kobanê olaylarının yıl dönümüne denk gelmesi tesadüf değil. Kobanê’de kaybedenler, Şexmeqsud’da kazanmak istiyor. Dikkat çekici olan, Erdoğan’ın o dönem Kobanê direnişinde belirleyici rol oynayan Kuzey Kürdistan’ı bu kez devre dışı bırakmaya çalışması. Kuzey'de bir süreç yürüyor izlenimi vererek Kürtleri arada bırakmak, tereddütlü kılmak ve nihayetinde sahada devre dışı bırakmayı hedefliyor.

Bu saldırılar karşısında Qamişlo ve Kobanê’de binlerce Kürt sokaklara dökülerek Şexmeqsud ve Eşrefiye ile dayanışma gösterileri düzenledi, saldırıları kınadı.

Son günlerde dijital medya üzerinden Demirtaş ve arkadaşları için yapılan propagandalar, bu stratejinin bir parçası olarak öne çıkıyor. Burada bir algı yanılsaması yaratılıyor; gerçekler yoğun bir sis bulutu içinde gizlenmeye ve görünmez kılınmaya çalışılıyor.

Rojava’da Kürtlere katliam uygulayan zihniyet ve siyaset, Bakur’da Kürtlerle süreç yürütemez. Bu kadar nettir. Bence Bakur Kürtlerinin bu konudaki duyarlığı hayati önem taşımaktadır. Tarihsel bir kırılma aralığından geçildiğini bilerek rol ve misyonunu, konumunu buna göre belirlerse kader tayin edici konumda olacaktır. Başur’u hata sayan, Rojava’da bu hatayı yapmayacağını söyleyen akıl, Bakur’da aksini yapmaz.

EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYAR MI?

Türk devletinin Suriye siyaseti öngördüğü gibi gerçekleşirse, Türkiye bölge siyasetinde ciddi bir söz sahibi konumuna ulaşacak. Ancak evdeki hesap çarşıya uyar mı? Bu, gelişecek direnişe bağlı. Özerk Yönetim bölgesinde güçlü bir direniş gelişirse sahadaki hesaplar bozulur ve Şam zorunlu olarak Özerk Yönetim'in özerkliğini tanımak durumunda kalır. Sahada hakim olamayan Türkiye, Şam siyaseti üzerindeki mevcut etkisini de yitirir. Bu durum, Özerk Yönetim alanlarındaki sistemin halk tarafından daha güçlü sahiplenilmesini sağlar ve bölgesel ile uluslararası meşruiyet ve yasal tanınma olanaklarını artırır. Böylece Suriye’de kazanan Kürtler, bölgenin şekillenmesinde temel aktör haline gelebilir. Ayrıca Türkiye’nin İslam’ı kullanarak örgütlemeye çalıştığı Kürt düşmanlığı propagandası bir kez daha boşa çıkar.

İç Güvenlik Güçleri, mahallelerin kırmızı çizgi olduğunu ilan ederek tam ölçekli bir yanıt hazırlığında olması, direnişin kararlılığını pekiştiriyor.

ANF

POLITIKA