2025-09-18
Faşizmin yenilgiye uğratıldığı ve bittiği düşünülüyordu. Oysa bugün, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde, ilkeleri insan hakları rejimince belirlenmiş ancak uygulaması devletlerin insafına bırakılmış bir dünyada dünya devletlerinin imzaladığı sayfalarca düzenleme, boş birer yığın olma riskiyle karşı karşıya, BM gibi kurumlar giderek anlamsızlaşıyor, varlık nedenlerini yitiriyorlar. Faşizm bitmiş, kapanmış bir sayfa mı?
Adına, yeni faşizm ya da post faşizm ya da başka bir şey de desek, sonuçta ülkede ve dünyada faşizmin çok güçlendiği bir dönemden geçiyoruz, yaygın ifadeyle söylersek karanlık zamanları yaşıyoruz yine.
Faşizmi bütün korkunçluğuyla yaşamış olan dünya devletleri, ikinci dünya savaşı sonrası, ortak değerler etrafında birleşerek evrensel deklarasyona imza atmış, hukuk alanında başta evrensel beyanname olmak üzere pek çok uluslararası sözleşme imzalanmış, başta BM olmak üzere gibi kurumlar oluşturmuştu.
Faşizmin yenilgiye uğratıldığı ve bittiği düşünülüyordu.
Oysa bugün, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde, ilkeleri insan hakları rejimince belirlenmiş ancak uygulaması devletlerin insafına bırakılmış bir dünyada dünya devletlerinin imzaladığı sayfalarca düzenleme, boş birer yığın olma riskiyle karşı karşıya, BM gibi kurumlar giderek anlamsızlaşıyor, varlık nedenlerini yitiriyorlar.
Faşizm bitmiş, kapanmış bir sayfa mı?
Primo Levi, ‘Bunlar da mı İnsan?’ isimli kitabında (İletişim) bu sorunun cevabını şöyle veriyor: “Aradan uzun yıllar geçmeden Avrupa ile İtalya bunun saf bir yanılsama olduğunu fark etti: Faşizm ölmekten çok uzaktı, yalnızca gizlenmişti, bir koza içine kapanmıştı, daha sonra yeni bir kılıkta daha az tanınabilir bir halde faşizmin kendisinin yol açtığı İkinci Dünya Savaşı yıkımından çıkmış olan yeni dünyaya daha uyumlu olarak ortaya çıkmak üzere değişimini gerçekleştiriyordu” diyecekti ve haklı çıktı.
Zira bugün faşizm, içinde yaşadığımız koşullara uyum sağlamış halde ve yeni biçimlerde, iktidarın politikalarında, politikacıların söylemlerinde, asker ve polis şiddetinde, yasa adı verilen yeni düzenlemelerde, savcı iddianameleri, yargı kararları, kararnameler ve bürokratik metinlerde karşımıza çıkıyor.
Mesela yargı artık sadece devlet şiddetinin tali bir unsuru olarak değil, devlet şiddetinin organik bir parçası olarak veriyor kararlarını. Yasaya göre değil.
Son günlerin çokça tartışılan yargı kararlarıyla Sebastian Haffner’in ‘Bir Alman’ın Hikâyesi’ isimli kitabında (İletişim) anlattıkları arasındaki benzerlik kuruyorum sık sık.
Sebastian Haffner kitabında Hitler faşizminin yükselişi sürecinde stajyer yargıç olarak izlediği duruşmalarda mahkemelerin ve yargıçların içine düşürüldüğü acıklı durumu, yargı sisteminin çözülüşü ve çöküşünü anlatmaktadır. Her satırının ibretle okunması gerektiğini düşündüğüm kitaptan bir alıntıya yer vermek istiyorum. Anlatılan bölümde Haffner ve diğer stajyer arkadaşları Yüksek Mahkemedeki davaları izlemektedirler:
“Mahkeme heyeti üyesi Yahudi yargıç yerinde değildi. Onun yerinde hepsi kocamış üyelerin arasında genç ve sarışın bir sulh mahkemesi hâkimi oturuyordu artık. Yeni üyenin kanunların metnine değil ruhuna değer verilmesi gerektiğini anlattığı, Hitler’den alıntılar yaptığı ve yeni yetme bir tiyatro yıldızının jestiyle elle tutulur tarafı olmayan bir hükümde ısrar ettiği davalar. Bunlar olup biterken yüksek mahkeme üyesi yaşlı hakimlerin suratlarının aldığı hali incelemek gerçekten üzüntü veriyordu. Şimdi yüce bilgelikler olarak duymak zorunda kaldıkları bu tür lakırdılar için hâkim adaylarını imtihanlarda çaktırmaya alışkındılar. Ama bu defakinin ardında devlet gücü vardı, milli siyaset açısından yeterince güvenilir olmamakla itham edilip işini kaybetme tehdidi, ekmeksiz kalmak, toplama kampı vardı… Bu yüzden hafifçe temizleniyordu genizler, ‘Muhterem meslektaşımız biz de tabii ki sizinle aynı kanaatteyiz’ deniyordu ve Medeni Kanun’a biraz anlayış göstermesi için neredeyse yalvarıyorlar, kurtarabildiklerini kurtarmaya çalışıyorlardı… İstişarelerde de sık sık tuhaf hadiseler cereyan ediliyordu. Mahkeme heyetinin yeni üyesi genç ve kendinden emin bir sesle yadırganacak türden hukuk bilgelikleri tebliğ ediyordu zaman zaman. Daha kısa bir süre önce devlet imtihanları için bu konuları öğrenmiş biz stajyerler, o konuşmasını yaparken birbirimize bakıyorduk şaşkınlıkla.”
Henüz tarihler 1933 Nisanı’nı göstermektedir. Nazilerin 1933 seçiminde çoğunluğu ele geçirişinin üzerinden henüz bir ay geçmiştir. Sonra şöyle devam ediyor Haffner:
“Öğleden evvel Prusya Yüksek Mahkemesinin yüzlerce yıllık geleneğiyle beraber, bütün onurunu ayaklar altına alarak Nazilerin önünde diz çöküşünü, yıkılışını görmüştüm.”
SA militanları, Hitler henüz iktidarı tümüyle ele geçirmeden yani 1933 seçimlerinden önce Yüksek Mahkemenin Yahudi yargıçlarını şiddet kullanarak mahkemeden kovmuş, diğer bütün yargıçlar başlarını öne eğerek susmuş, seslerini çıkarmamış, odalardan çıkmamış ve sonra kürsülere kurularak Yahudi yargıçların yokluğunda genç yargıca yalvararak onu ikna etmeye çalışıyorlar.
Sonrasını hep birlikte biliyoruz. Sessizlik, uyum, uysallık onları kurtaramayacak, sistem hepsinin üzerinden ağır bir silindir gibi geçerek ezecektir herkesi.
Bugün benzer bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyorum.
Buradan çıkış yok mu, elbette var. Faşizmi doğuran sebepleri, sömürgecilik, ırkçılık, militarizm, cinsiyetçilik gibi özelliklerini, bileşenlerini başka bir yazıda tartışmak üzere bu yazıyı Adorno’nun sözleriyle bitireyim:
“Faşizmin hâlâ yaşıyor olması o çok sözü edilen geçmişin işlenmesinin bugüne kadar başarılamamış ve kendi karikatürüne, boş ve soğuk bir unutuşa dönüşerek yozlaşmış olması, faşizmi olgunlaştıran nesnel toplumsal önkoşulların hâlâ geçerli olmasından ileri gelmektedir.”
Agos
BASıNDAN