10/9/2024
Eğer Kürt meselesinde iktidar yeni bir hamle, açılım yapacaksa bunu Erdoğan’ın değil, böyle bir açılımın önünde engel olacağını düşünülen Bahçeli’nin yapması stratejik olarak en doğrusu olurdu. Bahçeli’nin eli nezaket için ya da bir plan dahilinde artık uzandı ve siyasette bir taş yerinden oynadı.
Bahçeli’nin yazılı metinlerden okuduğu konuşmaları ve eylemleri dışında birebir ilişkilerde nazik bir insan olduğu görülüyor.
Belki de bazılarının söylediği gibi sadece Tuncer Bakırhan’a taziye için uzanmış bir eldi.
Ama bunu dışarıda, gözlerden ırakta yapabilecekken herkesin gözünün Meclis’te olduğu bir anda yerinden kalkıp, doğrudan daha düne kadar kapatılmasını, maaşlarının kesilmesini istediği DEM’li milletvekillerinin yanına gidip elini uzatarak, onlarla sohbet ederek yaptı.
TBMM açılışında Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidip tokalaşmasından bahsediyorum.
Ama orada bitmedi.
Daha sonra Meclis resepsiyonunda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bahçeli, “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyerek uzattığı elin sadece arkasında durmadı, bu meseledeki şifre ve riskli kavramlardan “barış”ı kullanarak tokalaşmayı siyasileştirdi.
Daha sonra bu konuda iki açıklama daha yaptı O açıklamalarda, tokalaşmasını Cumhurbaşkanı’nın konuşmasındaki “Meclisteki uyum, mutabakat, karşılıklı saygı çerçevesinde tartışma ve istişare, buradan sokağa yansıyacak, ülkenin huzur ve emniyetine kapı aralayacaktır. Bölgemizin içinde bulunduğu gerilimli atmosferde siyasi rekabeti, siyasi husumete dönüştürme teşebbüslerine izin vermeyeceğinize inanıyorum” cümleleriyle açıkladı, bu cümlelerin onu harekete geçirdiğini söyledi.
Bu açıklamaları duyunca, ‘acaba bir anlık bir jest yaptı, sonra da bunu toparlamaya mı çalışıyor, tokalaşmanın siyasi sorumluğuna Erdoğan’ı da dahil ediyor ya da meşruiyetini ona mı dayandırıyor’ diye hissi oluşmuştu.
Ama dün MHP grup toplantısındaki konuşmasıyla, artık kazara yada planlı bu el uzatma bir açılıma dönüştü:
“İçinde bulunduğumuz coğrafyalar kırbaç üstüne kırbaç yerken, mazlumlar toplu şekilde boğazlanırken, her taşın altı zehirli yılanlarla, bin bir türlü nifakla dolup taşarken, Türkiye’ye yönelik azgın ihtiras ve iştahları nasıl görmezden gelelim?
Kale duvarlarımızın önünde mevzi kazan Siyonist ve emperyalist caniliği hangi hakla yok sayalım?
Günden güne körüklenen bölgesel yangının cümle kapımıza dayandığı besbelli ortadayken, hala birbirimizin ayağına basmakla, ensesine tokat atmakla, açığını aramakla vakit mi kaybedelim?
Bu hakikatlere sırtımızı dönemeyiz, yüzümüzü çeviremeyiz, dudak bükemeyiz.
Hızla akan tarih nehrinin kıyısına fütursuzca çıkıp, hayatın ve hadiselerin geçişini gafilce, atıl vaziyette, hiçbir şey yokmuş gibi seyredemeyiz.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak, Cumhur İttifakı’nın bu duruş ve engin duyuşuna müzahir şekilde DEM sıralarına giderek elimi uzattım.
Doğaçlama olmayan bu iyi niyetli tutumumu siyasi nezaketten öte önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme çabası olarak görenler mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçarelerdir.
Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır.
Uzattığım el, İlk Meclis’in ve Sayın Cumhurbaşkanımızın isabetli sözlerinin meşale gibi yanan aydınlığıdır.
Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenenin temenni ve teklifidir.
Biz, gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından, anlık dürtülerle, dümenden ve düzenden el uzatmayız.
Biz durduk yere el vermeyiz, öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz.
DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.
Türk ve Türkiye Yüzyılında sıfırlanmış terör ve bölücülük melanetinden sonra, aşımızı beraber taşıralım, işimizi birlikte artıralım, huzur ve güvenliğimizi el ele çoğaltalım, nitekim dünya genelinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yer yüzü cenneti olmasını sağlayalım.”
MHP için büyük ama Türkiye’nin mevcut şartlarında bütün siyaset için cesur bir açılım bu. Mesela İYİ Parti 7 yıldır bunu yapamadı.
Özellikle son cümleler terörün Türkiye’de bittiği ve bundan sonraki dönemin, üstelik DEM Parti’yi de muhatap olarak konuşulması gerektiğiyle ilgili daha büyük fikri arka planın izlerini taşıyor.
Peki bu mevsim normallerinin üzerindeki açılım, iktidarın, Erdoğan’ın bilgisi dahilinde, planlı bir hamle mi?
Henüz teyit edilebilmiş bir bilgi yok, dedikodular var.
Ama tokalaşma sırasında gözlerden kaçan ilginç biri var kadrajda.
Bahçeli’nin hemen arkasında AK Parti iki numaralı ismi olan Bursa Milletvekili Efkan Ala görülüyor.
Efkan Ala, çözüm süreci döneminin İçişleri Bakanı’ydı ve Dolmabahçe açıklamasındaki en üst düzey yetkiliydi.
Ve AK Parti’de hala demokratik reform, Kürtlerle diyalog gibi meselelerde adı öne çıkan isimlerin başında geliyor.
Tam o sırada onun da ayağa kalkıp Bahçeli ile DEM sıralarına gitmesi ilginç bir andı.
Eğer Kürt meselesinde iktidar yeni bir hamle, açılım yapacaksa bunu Erdoğan’ın değil, böyle bir açılımın önünde engel olacağını düşünülen Bahçeli’nin yapması stratejik olarak en doğrusu olurdu.
Bahçeli’nin bu konuda dışarıdan sert ceviz görünse de bu esnekliğe sahip olduğu konuşuluyordu.
Artık planlı değilse bile bu kronolojiyle planlı bir hamlenin yollarını ardına kadar açmış oldu.
Bundan 1 yıl önce Erdoğan’ın Diyarbakır’a giderek açmaya çalıştığı ama MHP’nin taş koyduğu diyalog için artık iklim ve yol şartları müsait hale geldi.
Varsa ya da bundan sonra olacaksa bu açılımın hem dış konjonktürle hem de iç siyasetle doğrudan ilişkisi olabilir.
DEM Parti, AK Partinin anayasa değişiklik paketine muhalefet içinde kapıyı en açık bırakan partiydi.
DEM Parti’nin öncelikleriyle diğer partilerin siyasi beklentileri ve önyargıları arasında büyük farklar var.
Eğer Anayasa’da bazı maddeleri değiştirilecekse DEM Parti ile kültürel, siyasi olmayan konularda, mesela Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçime katılma meselesi, 50 artı 1 meselesi gibi bazı maddelerde anlaşmak CHP ile anlaşmaktan daha kolay olabilir.
Böyle bir açılım iç siyasette iktidar için ön açıcı olabilir.
Ama söz konusu DEM Parti olduğunda dış konjonktürdeki olan biten daha kritik hale geliyor.
Tabii bu dış konjonktür doğrudan İsrail ile ilgili.
Özellikle PKK uzun süredir bölgede İran cephesine yakın. Irak’ta Şii Haşdi Şabi ve İran’a yakın olan KYB ile birlikte hareket ediyor.
Suriye’de Esad rejimi ve İran’la Türkiye’den daha fazla diyaloğu var.
Batı ittifakı ile ilişkilerini bu dengeleri gözeterek sürdürüyorlar.
Rusya, en son Lavrov’un açıklamalarında göründüğü gibi PKK’yı ABD’yle değil Türkiye ve Suriye ile yakınlaşmaya ikna etmeye çalışıyor.
PKK, bölgedeki Kürt gruplar içinde en pro-Filistin grup. Türkiye’de Kürt milliyetçileri İsrail’le platonik aşk yaşarken, PKK Gazze ve İsrail meselesinde çok net.
Hatta Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesinin yıldönümünde konuşan Cemil Bayık biraz kafası karışık da olsa ilginç analizler yaptı:
“Ortadoğu’da hem İran, hem de Türk devleti geçmişte büyük devletler kurmuşlar, yine bu temelde hayaller kuruyorlar. Fakat sistem İsrail ve bazı Arap devletleri eliyle İran ve Türk devletini zayıflatıyor. İran ve Türkiye’nin İsrail ile çelişkiler yaşamalarının sebebi de budur. Yoksa Türk devleti İsrail’e karşı değildir. Bunun da çok iyi anlaşılması lazım. Şuan Kürt halkına, Filistin halkına ve Ortadoğu halkına yönelik katliamlar gerçekleşiyor. Kimse ses çıkarmıyor. Neden? Çünkü Ortadoğu’yu kapitalist modernite sistemi için yeniden örgütlemek istiyorlar. Bu yüzden Ortadoğu halklarının bu savaştan galip ayrılmasını istemiyorlar. Bu savaşla halkları zayıf düşürmek ve sistemlerini kurmak istiyorlar.”
Cemil Bayık’ın uzun süredir İran’ın içlerinde yaşadığı en azından hastalığı dolayısıyla sık sık İran’da tedavi gördüğü biliniyor.
PKK’nın da Suriye için çözüm sürecinde masayı dağıtan aklının, hendek olaylarını yaparkenki büyük özgüvenin, Irak’ta Barzani’ye karşı dayılanmasının arkasında İran’ın desteğinin olduğunu görmemek için fazla Türk solunun romantik PKK okumalarının etkisinde kalmak gerekir.
Ama şimdi kader ağlarını ördü ve İran ile Türkiye zorunlu olarak yanyana geldi.
Aslında yanyana bile denemez.
Türkiye ile İran arasında İsrail meselesi üzerinden doğal ve zorunlu bir yakınlaşma var.
Türkiye ve İran, bugün Ortadoğu’da İsrail’e en açık karşı çıkan iki ülke.
İsrail karşıtlığı iki ülke arasındaki diğer meseleleri tali, hale getirdi.
Hatta muhtemelen Türkiye-Suriye diyaloğunun bugün ana motivasyonu da İsrail karşıtlığı.
Şu anda İsrail ile savaşın eşiğine gelmiş İran’ın bölgede kendini en yakın hissettiği ülke neresi?
Tabii ki Türkiye.
Bu yakınlaşma Türkiye-Suriye’yi de yakınlaştırabilir.
Ve tabii uzun süredir İran’ın coğrafi olarak etkisi altındaki PKK’nın da çizgisini değiştirebilir.
Biraz fazla yoruma girdiğinin farkındayım.
Akşamları tvlerde haritalar üzerinde çubuklarıyla büyük resmi gören uzmanlara dönmek istemem.
Ama eğer Bahçeli’nin uzanan bu sürpriz elinin arkasında bir akıl varsa onun arkasında da böyle bir konjonktür var.
Bahçeli’nin eli nezaket için ya da bir plan dahilinde artık uzandı ve siyasette bir taş yerinden oynadı.
Serbestiyet
- Necat Zanyar: Devlet vaaz kürsüsünde
- Vahap Coşkun: Elindeki Kartı Doğru Zamanda Açmak
- Hayko Bağdat: Kürt halkıyla değil Kürt silahlı güçleriyle ilgileniyor
- Şeyhmus Diken: Doktor Hoca’dan geriye kalanlara dair
- Alper görmüş: Erdoğan yine ‘sıfır muhatap’ dedi
- İlhami Işık: En radikal mücadele yöntemi: Müzakere
- Ali Duran Topuz: 10 soruda 30 gün
- Rüştü Hacıoğlu: Damga: Kürt Olmak, İltisak ve Ahmet Özer
- Esra Elmas: Türkiye’nin De Klerk’i Kim Olacak?
- İlhami Işık: Bu gündemi değiştirme hamlesi değil