

2025-11-06
Demirtaş’ın olası serbest bırakılması, devletin Kürt sorununu çözme, barış ve kardeşlik için verilen bir mesaj değil, tersine yeniden formatlama stratejisinin bir parçasıdır. Bu stratejinin merkezinde, Rojava’daki siyasi ve askeri kazanımların etkisizleştirilmesi ve Kürt siyasi aktörlerinin Ankara eksenine çekilmesi hedefi bulunmaktadır.
------------
Devletin PKK lideri Abdullah Öcalan ile başlattığı süreç açısından dikkat çekici bir gelişme yaşandı. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 4 Kasım’daki grup toplantısından sonra önemli bir açıklama yaptı. Bahçeli, “Türkiye’nin hayrı için” ifadesini kullanarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen yine “Türkiye’nin hayrı için” dokuz yıldır cezaevinde tutulan HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istedi. Bu açıklama, politik gündemi hareketlendirdi. Ayrıca devletin güvenlik politikaları ve Kürt sorununun yaklaşımı açısından yeni bir tartışma alanı açtı.
Türkiye’de başlatılan sürecin ve gelişmelerin odak noktası Rojava Kürdistanı olmuştur. Selahattin Demirtaş’ın dokuz yıldır tutuklu bulunması ve 108 siyasetçinin yargılandığı Kobani Davası, Türkiye’nin Rojava Kürdistanı siyaseti çerçevesinde değerlendirilebilir.
Demirtaş, söz konusu davada 47 ayrı “suçlamadan” toplam 42 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu durum, siyasi ve hukuki açıdan Demirtaş’ın Rojava’daki siyasi ve askeri gelişmelerle bağlantılı bir cezalandırmaya maruz kaldığını göstermektedir. Ayrıca, Demirtaş’ın tahliye edilmemesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışına yönelik siyasal bir intikam duygusunun da etkili olduğunu bu değerlendirmeye ekleyebiliriz.
Bahçeli’nin son aylarda Demirtaş’ın serbest bırakılmasına yönelik olumlu sinyaller verdiği bilinmektedir. MHP’nin tarih boyunca Kürt sorunu konusundaki ırkçı ve katı söylemini hatırladığımızda, Bahçeli’nin bu çıkışının Kürt meselesinin olası çözümü ve uzlaşı arayışından çok, sürecin yönünü kontrol etme isteğiyle örtüştüğü söylenebilir.
Ayrıca Demirtaş’ın 31 Ekim’de T24 haber sitesinde yayımlanan ve siyasi sürece dair eleştiriler içeren makalesinin yarattığı rahatsızlıkla da ilişkilendirilebilir. Demirtaş’ın yazısında yer alan barış ve kardeşliğe ilişkin hayal, düş ve söylemlerini bir yana koyarsak, Meclis Komisyonu’nu “aylarca top çevirmekle” ve CHP’ye yapılan operasyonlar bağlamında “Kürt – Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk – Türk ayrışması eklendi.” Eleştirileri hem Bahçeli’yi hem de süreci yöneten devlet kurumlarını tedirgin etmiş olabilir. Bu nedenle Demirtaş’ın serbest bırakılma çağrısı, devletin Öcalan’la yürüttüğü sürecin önceden belirlenmiş rotasından sapmaması açısından bir zorunluluk olarak kendini dayattığını ifade edebiliriz.
Demirtaş’ın DEM Parti tabanındaki etkisi ve popülerliği göz önünde bulundurulduğunda, devlet açısından çift yönlü bir araçsallaştırma potansiyeli taşımaktadır. Bir yandan, Kürt kamuoyuna yönelik “değişiyoruz” görüntüsü verme, diğer yandan uluslararası aktörler nezdinde reformcu bir imaj oluşturma amacıyla kullanılabilir. Bununla birlikte, özellikle Kürt kamuoyu nezdinde uzun süredir tutulan HDP/DEM siyasetçilerinin tahliyelerinin, yalnızca siyasi değil aynı zamanda insani bir gereklilik olduğu da değerlendirilmektedir.
Ancak devletin bu adımı atarken Rojava Kürdistanı’ndaki kazanımların etkisizleştirilmesi hedefini göz ardı etmemek gerekiyor. DEM ise devletin Kürt sorununa hâlâ güvenlik eksenli ve statü tanımayan bir yaklaşımla yaklaştığını, sürecin “ya tutarsa” anlayışıyla yürütüldüğünü bilmekle birlikte, bunu siyasal olarak açık biçimde dile getiremiyor. Bu durum, sürecin kapalı kapılar ardında, şeffaflıktan uzak bir biçimde yürütülmesinin de doğal bir sonucudur.
Devlet açısından ise Öcalan’la yürütülen sürecin çerçevesi ve nihai hedefi açık: PKK’nın silahlı varlığının tamamen ortadan kaldırılması ve Suriye’de Rojava Kürtlerinin siyasi, idari, ekonomik ve askeri kazanımlarının kalıcı hale gelmesine engel olunmasıdır.
Bahçeli’nin 4 Kasım’daki grup toplantısında yaptığı açıklamada da bu doğrultu açıkça görülmektedir. Bahçeli, “Bölücü terör örgütünün örgütsel varlığı lağvedildikten sonra, örgüt mensuplarının SDG/YPG safına geçmeleri ve Suriye yönetimiyle müzakere süreçlerinde ayrı bir askerî yapılanma talep etmeleri milli güvenliğimize doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır” diyerek, sürecin esas hedefinin “Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge” vizyonuyla bağlantılı olduğunu vurgulamıştır.
Benzer biçimde, Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik de 7 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, “Odak noktasının PKK’nın feshedilmesi ve silah bırakması olduğunu unutmamak gerekir” diyerek devletin sürece yaklaşımının sınırlarını çizmiştir.
Öcalan’ın son yıllarda izlediği söylem, Kürtlerin statü taleplerini fiilen görünmezleştirmiştir. Bu yaklaşım, müzakere zeminini güçlendirmek yerine zayıflatmıştır. DEM dışındaki Kürdistanlı siyasal aktörlerin bu tıkanmayı aşarak yeni bir müzakere zemini kurma girişimleri ise ciddiye alınmamış; Türk devleti, sorunu çözmektense yönetilebilir bir kriz olarak sürdürmeyi, yumuşatmak yerine denetim altında tutmayı tercih etmiştir.
Bundan sonraki sürecin yönünü belirleyecek olan Kürt halkının vereceği siyasal ve toplumsal cevaptır. Kürt halkı bu cevabı, Rojava’dan bakarak vermelidir. Zira Kuzey Kürtleri ciddi bir kazanımı fiilen kaybetme riskine sahip değildirler. Rojava Kürtleri ise halihazırda elde ettikleri statünün kaybı tehdidiyle mücadele etmektedirler.
Dolayısıyla Demirtaş’ın olası serbest bırakılması, devletin Kürt sorununu çözme, barış ve kardeşlik için verilen bir mesaj değil, yeniden formatlama stratejisinin bir parçasıdır. Bu stratejinin merkezinde, Rojava’daki siyasi ve askeri kazanımların etkisizleştirilmesi ve Kürt siyasi aktörlerinin Ankara eksenine çekilmesi hedefi bulunmaktadır.
Yazarın Facebook sayfasından alınmıştır
BASıNDAN
2025-11-01Gökhan Bacık: Kürt siyasetinin eleştirisi
2025-10-31Selahattin Demirtaş: Sürecin muhasebesi
2025-10-29Yusuf Ziya Cömert: Rüşvet parasıyla cami yapılır mı?
2025-10-28Yetvart Danzikyan: PKK hükümete ‘top sende’ diyor
2025-10-28Murat Sevinç: Yoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu?
2025-10-28Yıldıray Oğur: PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?
2025-10-28Vahap Coşkun: Menzile doğru bir adım daha
2025-10-26Yetvart Danzikyan: Kıbrıslılar dertlenmesin
2025-10-28Berrin Sönmez: 11.Yargı Paketi: Rejim bulanık suda balık avlar
2025-10-08Sedat Ulugana: Barutun yanında bıyık yağı ve puro
2025-10-08Yıldıray Oğur: Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor
2025-10-07Ayşe Hür: İrade
2025-09-30Yıldıray Oğur: Komisyon’da bir gün
2025-09-23Özge Mumcu: Kara kutu, sabun ve tuğla
2025-09-23Yıldıray Oğur: Şara, SDG’yi Türkiye ile tehdit etti mi?
2025-09-20Berrin Sönmez: Gonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar
2025-09-18Taner Akçam: Kürt açılımına iki engel
2025-09-18Fethiye Çetin: Adım adım
2025-09-18Özgür Amed: Barışın triyajı
2025-09-17Taner Akçam: İkinci Tanzimat