3/26/2024
Ali Haydar Fırat
aa@aa
31 Mart yerel yönetim seçimlerine 3 aydan kısa bir süre kaldı. İktidar ve muhalefet seçimlere dört elle sarılmış durumda. Bu seçimlerin bu kadar önemsenmesi iktidar açısından Mayıs 2023 de elde ettiği seçim zaferini bir güvenoyuna dönüştürme gibi görünse de, bir başka amacın da yerelde sağlanan ekonomik olanakların kendi cephesine taşıma niyetidir. İktidara yakın birçok vakfın, cemaattin ve şirketlerin neler kazanıp kaybettiğini İstanbul seçimlerinde öğrendik. İktidar, elinde olup 2019 seçimlerinde kaybettikleri İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin Büyük Şehir belediyelerini mutlaka kazanmak arzusunda. Olabilecekse de tekrardan kayyum atayarak, Diyarbakır, Van ve Mardin gibi Kürt kentlerinin yönetimine de tekrar sahip olmak ve yakın çevresine rant sağlamayı hedefleyen bir politikayı hayata geçirmek. İktidar, kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan iki dönem bu politikayı uyguladı. Yoksa henüz makamına doğru dürüst oturmamış, kadrosunu atayamamış belediyelerin, terör örgütü ne mali destek sağladıkları hangi mantığın sonucu olabilir ki?
Yerel seçimlere giderken iktidar bloğunun mu muhalefetin mi kazanacağı elbette önemli, ama en önemlisi mevcut iktidarın 14 Mayıs ve 28 Mayıs da toplumdan aldığı desteğin hangi boyutta olduğudur. Bir başka önemli konu Mayıs 2023 seçimlerinde yenilgiye uğrayan Millet ittifakının birbirlerini suçlayarak birlikteliklerini sonlandırmaları. Bir başka sorunda Kürt muhalefetinin durumudur. En önemlisi de tüm bu sonuçların belirleyicisi olan seçmenin ne durumda olduğudur.
Mayıs 2023 seçimlerinde çok yüksek oranda seçime katılım sağlayan seçmen, aynı duyarlılığı destek verdiği partilere sunacak mı? Yaşadığı hayal kırıklığı ve umutsuzluğun yerel seçimlere yansımasının ne olacağı bilinmiyor. Saha verileri, toplumun umut ve beklentilerinin (destek verdiği partilere güven açısından) çok düşük düzeyde olduğunu gösteriyor.
Bu yazıda 31 Mart 2024 yerel seçimlerine giderken, özellikle hukuk ve ekonomide yaşanan olağanüstü olumsuz ve kuralsız gelişmeler karşın seçmen, muhalefet ve iktidar cephesinde yaşananlar ile Kürt partilerinin sürece etkilerine bakmaya çalışacağım.
Kamuoyu araştırma şirketlerinin, 2024 yerel seçimlerine doğru yayınlanmış araştırmalarına baktığımızda, Mayıs 2023 seçimlerinde iktidara oy vermiş her yüz seçmenin 40’nın hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, 20’sinin her şeyin daha kötü olacağını bilerek, ama güvenlik kaygılarına teslim olarak iktidara oy verdiğini belirtiyor. (1) Görünen tablo iktidara oy veren seçmenin %60’şının verdiği oydan memnun olmadığını gösteriyor. Buna rağmen iktidar bloğunun oyunun halen %42-45 bandında seyrettiği ve Millet ittifakı partilerinin toplamından daha fazla olduğunu gösteriyor. Muhalefettin tüm olumsuzluklara karşın seçmene güven verememesi ve umut yaratamaması toplumun siyasete yabancılaşmasına ve uzaklaşmasına yol açıyor.
Siyasetten uzaklaşan ve yabancılaşan toplumlara yönelik tespitlerden birisi de Prof. Dr. Seda Demiralp’a ait. ‘Vatandaşın siyaseti daha az takip eder hale gelmesi, bu anlamda pasifleşmesi otoriter iktidar için çok ciddi fırsatlar yaratabiliyor. Propaganda bir yol ama maliyetli de bir yol. Propagandayla uğraşmaktansa seçmeni siyasete yabancılaştırmak aslında bir taktik olarak kullanılıyor’. İktidarın Haziran 2015 seçimlerinden bu yana uyguladığı politika da öne çıkardığı ve her alanda sıkça kullandığı milli birlik, manevi değerler üzerinden yürüttüğü politika, (bilimden eğitime, spora ve sosyal alana kadar, yaşamanın her alanında dillendirilen) bir yönüyle toplumu temel sorunlardan uzaklaştırarak siyaset dışına atmak olmuyor mu?
Muhalefet, 2024 seçimlerinde beka ekseninde kısır bir döngü içerisinde devam eden bu politikayı kısa süreçte seçmene anlatabilecek mi? CHP deki yeni yönetim iktidarın yarattığı gündemin dışına çıkıp toplumu siyasetin reel gündemine taşıyabilecek mi? Ha keza DEM bu süreci toplumun beklentileri doğrultusunda götürebilecek mi? Bakıp göreceğiz.
Muhalefet
Yerel seçimlere 3 aydan az bir süre kaldı. Adaletten, ekonomiye, dış politikaya kadar yaşamın her alanında yaşanan tüm olumsuzluklara karşın iktidar bloğu (kamuoyu araştırmalarını verilerine göre) birçok yerde seçimleri kazanmaya daha yakın. İktidar 2019 yerel seçimlerinde kaybettiği Büyükşehirleri ne pahasına olursa kazanmak arzusunda. Muhalefet, Kürtlerin desteği ile ve millet ittifakı birleşenlerinin oylarıyla 2019 da kazandığı kentleri kazanabilecek mi? Kürtlerin, 2019 seçimlerinde aday çıkarmadığı birçok yerde bu dönem aday çıkaracak olması, CHP’nin işini zorlaştıracağı muhakkak. Millet ittifakı bünyesindeki partilerin birbirlerini suçlayarak ittifakı sonlandırmalarının toplumda yarattığı olumsuzluk bir başka sorun olarak ortada duruyor. Bekir Ağırdır’ın bu duruma yönelik değerlendirmesi, kayda değer bir değerlendirme.
‘Muhalefet bloğunun genel seçimleri kaybetmek için mucizevi hatalar yapması gerekiyordu ve yapılabilecek tüm hataları yaparak seçimleri kaybetmeyi başardılar. Üstelik seçimin ertesi sabahından başlayarak birbirlerine yönelmiş öfkeleriyle, seçmene karşı en küçük öz eleştiri içermeyen söylemleriyle toplumsal muhalefette daha da derin travmaya neden oldular. İktidar toplumu siyasetsizleşmeye iterken muhalefet aktörleri de tavırları ve söylemleriyle bu sürece farkında olmadan kayda değer destek sağladı. (1)
Seçmene güvensizlik veren muhalefet partileri 31 Mart seçimlerine 80 günden daha kısa bir süre kala bu güvensizliği olumluya dönüştürebilir mi? Bilinmiyor, ama zor. Mayıs seçiminde muhalefetin başarısızlığı Cumhur ittifakını iktidara taşıdı. Saha verileri; ‘İktidara oy veren seçmenin bile çok önemli bir kısmı hayatın daha iyi olacağı inancıyla değil, muhalefet kazanırsa daha da kötü olacağı kanaatiyle oy verdi. Muhalefet tüm liderleri, partileri ve ittifaklarıyla beraber değişimin kaos ve karmaşa olmadan başarılacağına seçmeni inandıramadı. (2)
CHP de seçilen yeni yönetim, değişim konusunda belli adımlar attı. İktidarın millilik, beka sorunu ekseninde geliştirdiği politikalarına payende olmayacağını, sorunların çözüm yeri olarak Meclis’ i işaret eden doğru bir strateji geliştirdi. Toplumun demokrat, özgürlükçü, liberal kesimlerine güven verecek bir yol izleyip izlemeyeceğini süreç gösterecek. Henüz, Kürtlerin, demokratların muhafazakârların ve liberallerin güven duyacakları bir nokta olmadıkları ortada. Şoven, farklı siyasal görüşlere tahammülü olmayan ötekileştirici söylemleriyle öne çıkan Bolu belediye başkanının tekrardan CHP’ye üyeliğinin yenilenmesi ve yeniden belediye başkanlığına tekrardan aday gösterilmesi CHP de eski politikaların devamının göstergesi olarak okunabilir.
Ana muhalefet partisinden başlayarak, tüm muhalefet partileri kimi nerede nasıl aday gösterirsek daha iyi sonuç alırız dan öte, tek merkezden yönetilen kurumsal, işleyişten yoksun, hukukluğun siyasallaştığı keyfi bir yönetimi topluma anlatmak çok daha yararlı sonuçlar doğuracaktır. 2018 den bu yana yapılan tüm seçimlerde, Hukuktan, ekonomiye, depreme, kamusal düzene dış politikaya kadar yaşanan sorunların tümü 2017 Anayasa değişikliğiyle yürürlüğe giren yeni sistemin ürünü. Muhalefet eleştiri oklarını sistemden ziyade kişi ve kişilere yöneltti. Sistem tartışmasını hiçbir dönem gündemin birinci maddesi olarak topluma anlatamadı. Toplum sorunların çözümünü yasa ve kurallardan ziyade kişilerden bekliyorsa, bu beklentinin doğmasına yol açan politikanın zemin bulmasında ana muhalefet partisi başta olmak üzere muhalefet partilerinin tümünün rolü var.
İktidar
Ak partinin, 2015 Haziran seçimleri sonrası MHP ile yaptığı ittifak onu demokratik değerlerin dışına taşıdı. 2016 darbe girişimi sonrası çıkarılan OHAL ile demokrasi, hukuk alanında ciddi çıkmazlar ve sorunlar yaşandı. Bu süreçte, Ak parti otoriter bir yönetim şeklini tercih etti. Yönetim otokrattık bir hüviyet kazandı. Temel haklar, demokrasi ve hukuk alanında OHAL kararnamelerine dayandırılarak uygulamaya konan anti demokratik uygulamalar, Nisan 2017 referandumu ile anayasa da yapılan değişiklikler ile anayasal ve yasal bir hüviyete kavuştu. Şimdilerde geniş yığınların yaşamında yaşanan sorunların tümünün esas nedeni bu yönetim sistemidir.
2017 referandumu öncesi ve sonrası, birçok akademisyen hukukçu, siyaset bilimci ve siyasetçi sistemin yaratacağı sorunlara yönelik dikkat çekici uyarılarda bulundular. Bu süreçte muhalefet ise sorunu iktidar partisi ve liderini hedef alan sığ bir alana taşımayı yeğledi. Topluma, yaşanan yaşanacak olan sorunların kaynağının sistem (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) olduğunu anlatmadılar veya (kendileri de yararlanırlar diye) anlatmak istemediler.
Mevcut yönetim şekline dönük değerlendirmelerden birisi Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’na ait. Kalaycıoğlu Max Weber’in önerisiyle Chehabi ve Linz tarafından ‘Sultanizm’ olarak adlandırılan rejimin özelliklerini şöyle özetlemektedir:
“1-Kişiselliğin yönetim üslubunun egemen olması: Siyasal kararların tek kişinin takdirine bırakılması; Kurumların yokluğu veya kiymet-i harbiyesinin olmaması, siyasal kurumların olmadığı bir yönetim biçiminin oluşması;
2-Hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması (kuvvetler ayrılığının tersi), yasamanın etkinliğinin hızla azalması, iktidar partisinin hem hükümet hem de devlette hakim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması;
3-Anayasal Takkiye; mevcut anayasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç dikkate alınmaması;
4-Rejimin toplumsal kökenlerini zayıflatarak iktidarın merkezileştirilmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Siyasal vatandaşlığın sadece liderin başarılarını desteklemek ve etkinliklerine destek vermek ve ona sahip çıkılmasına indirgenmesi;
5-Ekonominin kurallarının çarpıtılarak ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi, kapitalist bir ekonomi mevcutsa bile onun ahbap çavuş kapitalizmine dönüştürülmesi, kısa dönemli kararlara dayanan bir iktisat yönetimine dayalı belirsizlik içinde çalışan bir iktisadi yapının ortaya çıkması.”(3)
Türkiye’nin idari yapısından kaynaklı sorunlarına çözüm bulmak amacıyla yapıldığı söylenen, 2017 referandumu baskıcı otoriter bir yönetim anlayışının egemen olmasına yol açtı. Referandum öncesi ve sonrası birçok arkadaşımız gibi bende dergimiz ve sitemiz için epeyce yazı kaleme aldım. Sorunları ortaya koyarken parti ve lideri öne çıkaran değerlendirmelerden özellikle kaçındım. Çünkü sistem var oldukça kim, hangi parti ve partiler iktidar olursa olsun, toplumun bir kesiminin haksızlığa, hukuksuzluğa uğraması kaçınılmazdır.
İktidar bloğunun en fazla tahribata uğrattığı alan yargı oldu. Yargının tümüyle siyasallaşması bu iktidar döneminde oldu. (İstiklal, Yassıada ve Sıkıyönetim mahkemeleri gibi özel yetkili mahkemeler hariç) Yargıya ait tüm atama ve denetlemeleri yapmakla yükümlü HSK’ a (Hakimler ve Savcılar Kurulu) üyelerinin atanması yürütmenin güdümünde. Siyasal iktidar ve onunla ilintili kurumlar kanalıyla oluşturulan HSK doğal olarak siyasal iktidarın ektisinde hareket eden bir kuruma dönüştü. Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi bu iktidar döneminde (geçmiş dönemlerde de sorunlu olan bu alan) tümüyle ortadan kalktı ve siyasal iktidarın güdümüne girdi. Anayasa mahkemesi üyelerinin atanmasında da yine yürütme tümüyle etkilidir.
İktidar bloğunun belirleyicileri kendileri için tehdit gördüğü herkesi yargı yoluyla cezalandırdı. Adaletin toplum yaşamındaki önemini, değerini görmezden geldi. Levent Köker’in adalet dair belirlemesi: “Tarihin en eski dönemlerinden beri devletin ne olup ne olmadığı ile ilgili olarak atılmış bütün görüşleri taradığımızda, en net olarak görünen şudur ki, eğer adalet yoksa devlette yoktur. Hristiyanlığın kurucu düşünürlerinden Augustınus, adaletin yokluğu halinde devletin basit haydut çetelerinden farklı olmadıklarını yazalı binbeşyüz yıldan fazla bir zaman geçmiş.” (4)
Adaletin toplum yaşamındaki önemine bakmaksızın bireylerin temel haklarını baskı ve hukuksuzluklarla gasp eden bir iktidarla 2015 den bu yana yol yürüyoruz. Uygulanmayan AYM ve AHİM kararları, iktidara yönelik eleştirileri, dış mihrakların oyunu vatan hainliği gibi soyut kavramlara indirgeyen bir iktidar bloğumuz var. Son olarak Can Atalay davasında AYM kararına uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesinin kararı sonrası yaşananlar nasıl bir siyası ortamda olduğumuzu gösteriyor. Murat Sabuncu: “Anayasa Mahkemesi fiili olarak 03 Ocak 2024 günü kapandı. Üyelerinin ortada kalışı da bundan sonra verecekleri kararlar da anlam ifade etmiyor. Meclis’in belediyelerin, mahkemede avukatların savunmalarının da… Ayrıca şu an yaşanan kriz sadece hukuk krizi değil, bir rejim bir devlet krizi. Bu kriz çözülmeden başta yerel seçimler, adayları yarışı; bunların konuşulması abesle iştigal, Türkiye de demokrasi isteyen- savunan her kesimden- görüşten – partiden isim, memleketin sürüklendiği noktaya itiraz etmeli. Bireysel hakların yok edilişinin her geçen gün yaygınlaştığı bir noktada yaşanan zemin kaybı sürdürebilir değil. Bazen kazanırken ya da kazandığını zannederken en büyük kayıp başlamış olur.” (5) Adaletin bu denli tahribatı, muhalefetin iktidarla hukuk içerisinde mücadelesini süreç içerisinde daha da zora sokacaktır.
Bu denli hukuksuzluğun ve kaygıların gündemde olduğu bir dönemde, yerel yöneticilerimizi seçmek için 31 Mart 2024 de sandığa gideceğiz. 2 dönem (2014, 2019 dönemleri) Kürtlerin yerel yönetimde iktidarda olduğu Kent, İlçe ve Beldelerin tümüne yakınına kayyum atayan iktidar, bu seçim döneminde ne yapacak bilmiyoruz. Kayyum uygulaması ile Kürtlerin yaşadığı yerleşim alanlarının imar planlarını değiştirerek talan eden, park ve yeşil alanları betona boğan bu iktidara karşı muhalefet bu süreçte nasıl tavır alacak bilinmiyor. İktidarın kayyum atamalarında öne sürdüğü teröre destek argümanının, birçok yerde belge, veri ve kesinleşmiş mahkeme kararları olmadan uygulandığı biliniyor. İçişleri Bakanlığına, OHAL sürecinde tanınan bu yetki bu güne değin kesintisiz kullanıldı.
Muhalefetin kayyum atamalarına (cılız birkaç tepki dışında) tepkisiz kalması Kürtler açısından yerel seçimleri anlamsız hale getiriyor. İktidarın bu yetkiyi Kürtler dışında kullanmayacağına dair bir güvence de yok. Muhalefet partileri önümüzde ki yerel seçimler için kayyum uygulamasının son bulması için ortak bir tepki yaratma irade ve kararlılığı henüz sergileyemediler. Belki de bu seçimin en önemsenecek tarafı, Türkiye toplumunun halkın iradesi ile seçilmiş kişileri görevden alma yetkisini, kendisinde gören iktidara dur demesi ve muhalefetteki tüm partilerin buna yönelik ortak bir politika geliştirmesidir. Yoksa Kürtler açısından seçim yapmanın bir anlamı kalmayacaktır.
Kürtler
Kürt partileri 31 Mart seçimlerine giderken henüz birlikte hareket etme zemini yaratamadılar. Yerel seçimlerde Kürtlerin geniş bir kesiminin beklentileri ile Kürdistanı partilerin uygulamak istediği politikalar arasında farklılıklar olduğu ortada. Kürlerin büyük çoğunluğu yerel seçimlerde (uygulanan kayyum politikası nedeniyle) ortak hareket etmenin, Kürtler için daha yararlı olacağını düşünüyor. Bunun bu koşullarda olma şansı yok gibi, hem Kürt partileri hem de DEM parti (birlikte hareket ettiği Kürt partileri ile) yerel seçim çalışmalarını farklı kulvarlardan yürüyerek başlattılar.
DEM partinin yeni yönetimi, siyasal süreci farklı bir noktaya taşıma eğilimi sergiliyor gibi bir görüntün veriyor. HDP’ in 2015 den bu yana Kürt sorunuyla birlikte Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını eşit düzeyde önceleyen ve toplumda destek gören politikası, yeni yönetim ile yerele kaydı. Yanılıyor olabilirim? Öcalan’a uygulanan tecritti öne çıkaran politikayı önceleyen bir sürece girdi. Geçmişte de uygulanan bu politika siyasal zeminde daralmaya yol açtı. İktidar 34 aydan bu yana Öcalan’ın ailesi ve avukatlarıyla görüşmesini engelleyerek, Öcalan’ı temel bir haktan yoksun bırakıyor. İktidar, esasen yaşam koşulları tecrit altında olan Öcalan’a görüş yasaklarıyla ikinci bir ceza vermiş oluyor. Tüm görüşmeleri kayıt altına tutul, İmralı’da ki tüm tutsaklara yönelik, tecritti bu denli uzun tutmanın ardındaki niyetin ortamı germekten başka bir amacı olmadığı ortada.
31 Mart seçimlerine giderken siyasal ortam beklenmedik bir şekilde çok daha gerilimli bir hale dönüştü. Son olaylarla tırmana gerilim, 7 Haziran, 1 Kasım 2015 de yaşadığımız ve yüzlerce cana mal olan, yüzbinlerce Kürt’ün yerinden, yurdundan olmasına yol açan süreci hatırlamamıza yol açtı. Toplumu kutuplaştırarak öfkeye yol açan bu politikalar, şiddetten beslenen kesimleri güçlendirirken, demokratik bir zeminde siyaset yapmayı hedefleyen kesimleri de güçsüz kılıyor. Yerel seçimlere giderken PKK’nin siyasal ortamı geren eylemleri, demokrasi, özgürlük, barış ve ölümler olmasın diyen herkesin önüne set çekiyor.
Gerilim ve çatışmalı bir ortamın yaşatılmak istendiği bir zeminde, 31 Mart seçimlerine gidiyoruz. Demokratik bir ortamın oluşması için çabalayalar için zor bir süreç.
15.01.2024
1-Bekir Ağıdır- Yerel Seçimlere doğru olasılıklar ve muhalefet 20 Kasım 2023 T24
2-Bekir Ağırdır- Yerel seçimlerde muhalefetin şansı ne kadar, nasıl pozisyon alacak 11 Aralık 2023 T24
3-Prof Dr. Ersin Kalaycıoğlu- Neo-Patrimonyal “Sultanizm” Olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Kasım 2022 Politik Yol
4-Prof. Dr. Levent Köker- Cezasızlık Belası 19 Aralık 2023 Artı Gerçek
5-Murat Sabuncu- Anayasa yoksa seçim güvenliği de yok, bireysel haklar da; Meclis’in belediyenin, mahkemeler de savunmanın anlamı da.. 04.01.2024 T2
Deng Dergisi, sayı: 131
- Seçim değil, devrim…
- Zaloğlu Rustem Kürddür Ama Kürdler Zaloğlu Rustem Değiller
- Antirasyonel Ve Antimodern Bir İdeoloji Olarak İslam
- Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme
- Kürt Meselesinde Neredeyiz? *
- Kürdlerin Geleceği Konusunda Birkaç Söz
- Yeni Ortadoğu ve Kürdistan*
- 31 Mart Seçim Sonuçları Kürt Meselesi Bakımından Ne İfade Ediyor?*
- Nasrallah’ın ölümü
- ULUSLARARASI KAMU HUKUKU BAKIŞ AÇISI İLE TRÜKİYE–IRAK-GÜVENLİK PORTOKULU VE KÜRTLER