Türkçe | Kurdî    yazarlar
Ortadoğu Yeniden Dizayn Edilirken Kürtlerin Önüne Çıkan Tarihi Fırsat

2025-04-28

Bayram Bozyel

20.Yüzyılın başında Ortadoğu’da kurulan düzenin asıl kaybedeni Kürtler oldu. Sykes Picot Antlaşması ile dörde bölünen Kürdistan’ın bölünüp parçalanma süreci Paris Konferansı ve daha sonra imzalanan Lozan Konferansı ile uluslararası düzeyde tescil edildi.

Ortadoğu’da kurulan Kürt karşıtı düzen İkinci Dünya Savaşı’na kadar varlığını sürdürdü. Savaş koşullarının yol açtığı konjonktürde Kürdistan’ın doğusunda Mahabad’da kurulan Kürdistan Cumhuriyeti ise uzun ömürlü olamadı. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş süreci dünyadaki birçok etnik ve bölgesel sorunların yanı sıra Kürt meselesini de dondurucuya aldı. Dünyanın iki kutba ayrıldığı soğuk savaş döneminde Kürt meselesinin uluslararası güç dengelerini değiştirmesine izin verilmedi, Kürdistan’ın her bir parçasının kaderi egemenliği altında bulunduğu ülkenin inisiyatifine terk edildi. 

Öte yandan Ortadoğu’da ve dünyadaki egemen Kürt karşıtı düzene karşın Kürt halkı yirminci yüz yıl boyunca sömürgeci zulme karşı her fırsatta direndi, ulusal özgürlüğü için kesintisiz bir mücadele sürdürdü. 

Kürt karşıtı düzende ilk çatlak

Soğuk Savaş’ın son bulması ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ABD’nin elini serbest bıraktı. Söz konusu jeopolitik denklemde Amerika’nın gerçekleştirdiği Birinci Körfez Savaşı Irak’ta Kürtlerin kaderini derinden etkiledi. 1991 yılından itibaren Irak’ta Kürtler defacto olarak kendi kendilerini yönetmeye başladılar.

Daha sonraki her 10 yılda bir Kürt karşıtı düzende yeni çatlaklar oluştu. 2003 yılında gerçekleşen İkinci Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ta kanlı Saddam rejimi yıkıldı. 2005 Anayasası ile federal bir sistem temelinde kurulan Irak’ta Kürdistan Bölgesi federe bir bölge statüsüne kavuştu. Kürtlerin Irak anayasasında federe bir statüye kavuşması hem bölgesel güç dengesinde hem de uluslararası düzeyde yeni bir durum ortaya çıkardı. Kürdistan’ı parçalayan düzenin dört sacayağından biri kırılmış, Kürt karşıtı düzenin arkasındaki uluslararası güçler geçmiş politikalarından geri adım atmışlardı. Kürtler yüzyıldan sonra bölgede ve dünyada ilk kez yasal ve meşru bir tanınırlık kazandı.

Bir on yıl sonra, 2011 yılında başlayan Arap Baharı dalgasında Suriye’de yaşanan iç savaş bu kez Suriye Kürtleri için bir fırsat kapısı araladı. Suriye Baas rejimi hem üzerindeki baskıyı hafifletmek hem de Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdiği desteğe tepki olarak Rojava bölgesini PYD güçlerine bıraktı. Geçen 10 yıllık süre içinde bütün eksik ve açmazlarına rağmen Suriye’nin kuzeyinde, başka bir ifade ile Rojava’da Kürtler defacto bir yönetim modelini tecrübe etme imkânı buldu.

Yaklaşık bir on yıl sonra, tarihin hızlandığı şu son zamanlarda Kürtler Suriye’de yeni bir siyasi iklimle karşı karşıya bulunuyor. 

Hamas’ın İsrail’e saldırısının domino etkisi

Hamas’ın 07 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e gerçekleştirdiği saldırı sonrası yaşanan gelişmeler zincirinin Ortadoğu’da tetiklediği değişim tarihi niteliktedir. Söz konusu gelişmeler zincirinde en belirleyici ve sarsıcı olanı İran’ın bölgesel mezhepçi hegemonyasının onarılamayacak derin darbeler alması oldu. İsrail, İran ve vekil güçlere karşı başlattığı karşı saldırıda Hamas’ı bitirme noktasına getirirken, İran’ın Ortadoğu’daki kılıcı Hizbullah’ı kımıldamayacak hale soktu. İsrail eş zamanlı olarak İran’ın Suriye’deki askeri ve istihbarat ağına ölümcül darbeler indirdi. İran için en ölümcül ve prestij kaybına yol açan darbe Hamas lideri Haniye’nin Tahran’ın göbeğinde İsrail tarafından öldürülmesiydi. İran’ın İsrail’e misilleme cinsinden yaptığı saldırılar ise iç kamuoyuna gaz vermekten öteye geçemedi.

İsrail karşısında aldığı utanç verici yenilgi İran’ın sadece Suriye ve Lübnan’ı terk etmesiyle sonuçlanmadı, aynı zamanda onun Ortadoğu’daki emperyal hegemonyası için sonun başlangıcına dönüştü. 

Oysa düne kadar İran Ortadoğu’da Kürt karşıtı düzenin temel sütunlarından bir olageldi. Irak’ta Saddam rejiminin yıkılmasından bu yana Kürdistan’a dönük sömürgeci sistemin kollayıcı ve bekçilerinden biri Türkiye’nin yanı sıra İran oldu. İran, İkinci Körfez Savaşı sonrası Irak’ın siyasal sürecinde ipleri eline geçirirken Kürdistan Bölgesi’nin gelişmesine karşı tıkaç rolü oynadı. 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumunun sekteye uğramasında İran belirleyici bir rol üstlendi. 2005 Anayasasından kaynaklı Kürdistan Bölgesi’nin elde ettiği federe statünün içinin boşaltılmasında İran Bağdat’ı sürekli destekledi. İran son birkaç yılda gerçekleştirdiği roket saldırısıyla Kürdistan Bölgesi’ni doğrudan hedef aldı. Süleymaniye ile Hewlêr, PDK ile YNK’nin arasındaki uçurumun derinleşmesi için Tahran’ın başvurmadığı fitne kalmadı.

Son on yılda Esad Rejimi Rusya’nın, esas olarak da İran’ın sunduğu çok yönlü askeri ve ekonomik destek sayesinde ayakta kaldı. Muhaliflerin ezilmesinde Esad rejimi İran ve Hizbullah’ın tam desteğini aldı.

Gelinen aşamada İran aldığı darbelerle can derdine düşmüş durumda. İran’ın İsrail karşısında aldığı yenilginin derin ve çok yönlü sonuçlarının olacağına şüphe yok. Kürt karşıtı sistemin işletilmesinde koçbaşı rolü oynayan İran’ın yaşadığı yenilgi ve çözülmenin sonuçlarından biri Esad Rejiminin yıkılması oldu. İran’ın söz konusu yenilgisinin farklı sonuçlarını önümüzdeki dönemde Irak’ta ve daha derinlikli olarak da İran’da göreceğimize kuşku yok.

Esad rejimi çözüldü mü, devrildi mi?

62 Yıllık Baas rejiminin 08 Aralık 2024 tarihinde yıkılmasının hem Suriye hem de Ortadoğu bakımından tarihi bir gelişme olduğu açık. Cihadist Heyet Tahrir Es Şam (HTŞ) örgütü Halep’ten başlayarak 12 günde hiçbir direnişle karşılaşamadan Şam’da yönetimi ele geçirdi. Bu durum birçoklarında şaşkınlıkla karşılandı.

Ne var ki Esad Baas rejimi yıllar önce meşruiyetini kaybetmişti. Rejim varlığını İran ve daha sonra Rusya’nın desteğiyle sürdürüyordu. Esad Rejimi geçmişte Kürtler olmak üzere kendi halkına her türlü vahşet ve barbarlığı uygulamakta sınır tanımadı. Cezaevlerine girenlerin bir daha çıkmadığı, on binlerce siyasi tutuklunun işkenceye uğradığı, devletin yukarıdan aşağıya yozlaşıp mafyalaştığı Suriye’de rejim baskı ve işkenceyle ayakta kalabildi.

2011 yılında başlayan iç savaşta Baas rejimi kendi halkını varil bombalarıyla katletti, yüzbinlerce sivil, kadın ve çocuk kimyasal silahlarla yok edildi, muhalefetin her türlü çıkışı kan ve dipçikle bastırıldı. Ülkedeki muhalif güçlere karşı sürdürülen savaşta Halep gibi kentlerin çoğu yerle bir oldu. Ülkedeki nüfusun yarısını yerini yurdunu terk etti. 7 milyondan fazla insan Türkiye, Ürdün, Irak gibi ülkelere göç etmek zorunda kaldı. 8 Aralık’ta iktidarı terk etmeden önce Baas rejimi ülkenin Şam ve çevresine sıkışmış, ülkenin büyük bir bölümünde kontrolünü kaybetmişti. Batı dünyasının uyguladığı siyasi ve ekonomik ambargo nedeniyle ülke ekonomisi felç olmuş, toplum derin bir yoksulluk girdabına girmişti.

İsrail’in saldırıları karşısında Hizbullah’ın bozguna uğraması ve İran’ın büyük bir yenilgiyle bölgeden çekilmesiyle rejimi ayakta tutan sütunlar çökünce Beşar Esad son çare olarak ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki HTŞ Şama yetişmeden Baas rejimi çoktan çökmüştü, HTŞ’nin yaptığı şey rejimin çöktüğü Şam’a gelip yönetime el koymak oldu. 

Baas sonrası Suriye

ABD ve batılı ülkeler uzun yıllar eli kolu kırılmış Esat rejiminin Şam’da yönetimde kalmasına göz yumdu. Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği saldırıdan sonra bölgede İran ve bağlı güçleri tasfiye etmek İsrail ve ABD için öncelik kazanınca, Esat yönetimini gönderme planı öne alındı. Başka bir ifade ile düne kadar Şam’da Esat rejimine göz yuman İsrail ve Batı dünyası bir dönem için Şam’da HTŞ’nin varlığını ehveni şer olarak kabul etmiş görünüyor.

HTŞ’nin Şam’da yönetimi ele geçirmesi onun güçlü oluşundan değil, İsrail ve Batı’nın şimdilik ona kapıyı aralaması ile mümkün oldu. Esat rejiminin yıkılmasından sonra İsrail Suriye’nin bütün askeri tesislerini, lojistik ve teknik altyapısını yıkarak HTŞ’nin askeri bir tehdit olmasının altyapısını ortadan kaldırdı. Batılı güçler ise belli maddi kaynakların musluklarını ve siyasi kredi açarak HTŞ’yi ehlileştirmeye ve kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu tablo içinde HTŞ’nin Suriye’de ne zamana kadar iktidarda kalacağı, ülkenin tamamında otorite kurup kuramayacağı belirsiz.

Öte yandan Esat rejiminin 62 yıllık dikta rejimine karşı direnmiş Suriye toplumun HTŞ’nin olası tekçi ve otoriter yönetimine boyun eğmesi düşünülemez. Suriye’nin güneyinde yaşayan Dürziler yeni dönemde anayasal güvence almadan HTŞ güçlerinin Suveyde kentine girişlerine izin vermeyeceklerini ilk günden dile getirdiler. Akdeniz sahillerinde yaşayan Nusayri toplumu kendi kendini yönetme talebini açıkça ifade ediyor. Arap toplumunun aydın ve seküler kesimleri HTŞ’nin kuracağı yeni bir baskı rejimine karşı teyakkuz halinde bulunuyor. 

Suriye’de söz sahibi güçlerin/ülkelerin hepsi Suriye’de kurulacak yeni rejimin ademi merkeziyetçi ve bütün farklı toplum kesimlerinin taleplerine cevap veren çoğulcu nitelikte olmasının altını çiziyor.

Kürtlerin önüne çıkan tarihi fırsatlar

Gelinen aşamada yüzyıla yakın bir zamandır Kürtlere her türlü mezalimi uygulayan ırkçı Baas rejimi artık yok. 

08 Aralık 2024 tarihinde Şam’da yönetimi eline geçiren HTŞ’nin hem meşruiyet sorunu var hem de ülkenin tümünde otorite kurma gücünden yoksun. HTŞ’nin geleceği en başta ABD, İsrail ve Körfez ülkelerinin ona vereceği siyasi ve ekonomik desteğe bağlı.

İsrail’in gerçekleştirdiği kapsamlı operasyonlarla Suriye’nin bütün askeri alt yapısının yok edildiği düşünüldüğünde, Suriye’de yakın ve orta vadede bölgeyi tehdit edecek yeni ve güçlü bir askeri yapıyı kurmak mümkün değil.

Baas rejiminin acı dolu deneyiminden sonra Suriye’de artık hiç kimse iktidarın tek bir parti ya da etnik ve dini grubun eline bırakılmasına razı olmuyor. Dürzilerin, Nusayrilerin, Hristiyanların ve toplumun diğer kesimlerinin Suriye’de kurulacak sistemin ademi merkeziyetçi olmasını savunması önemli.

Benzer şekilde Suriye’de etkili ilgili bütün devletler Suriye’de kapsayıcı, bütün toplumsal kesimlerin kendilerini ifade edebileceği bir sistemin kurulmasının gereğine dikkat çekiyorlar.

Daha somut olarak ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer batılı ülkeler geçmişte hiç olmadığı kadar Suriye’de Kürtlere destek veriyor, Kürt halkının özgürlüğünün güvence altına alınmasının altını çiziyorlar. 

Yukarıda kısaca altı çizilen veriler Suriye’nin yeniden kuruluşunda Kürtler için tarihi fırsatlar anlamına geliyor.

Bu koşullarda yeni kurulacak Suriye’de azami kazanımlar elde etmeleri ve ulusal demokratik haklarına kavuşmaları Kürt siyasi aktörlerinin izleyeceği akılcı ve kapsayıcı siyasete bağlı.

Geçen dönemde Kürt siyasi aktörleri kendi aralarında arzu edilen bir diyalog ve işbirliği zeminini kuramadı. 2014 yılında ENKS ve PYD arasında imzalanan Duhok mutabakatının gereği yerine getirilmedi. Bu durum içerde ulusal nitelikte bir yönetimin kurulmasını engellerken diğer yanda Kürtlerin uluslararası alanda ellerini zayıflattı. PYD elinde bulundurduğu askeri gücü diğer Kürt siyasi aktörlerinin aleyhine kullandı. Bu durum ENKS ile PYD’nin merkezinde olduğu kesim arasında çelişkileri derinleştirdi. Benzer şekilde ENKS’nin Türkiye güdümündeki muhalefetin içinde yer alması farklı eleştirilere neden oldu.

Kürt kamuoyunun yoğun baskısı ile ABD ve Fransa’nın iki Kürt tarafını bir araya getirme girişimlerinden ise son döneme kadar bir sonuç elde edilemedi.

Şimdi Kürtler bambaşka bir Ortadoğu denklemi ve yeniden inşa eşiğinde bir Suriye ile karşı karşıya bulunuyor. Bu durum Kürt siyasi aktörlerine tarihi sorumluluklar yüklüyor. Ortadoğu ve Suriye’de Kürtlerin önüne bunca fırsatlar serilmişken Kürt siyasi partilerinin hiçbir şey olmamış gibi eski tarzda siyaset yürütmeleri mümkün değil.

Esat rejiminin yıkılmasından sonra ve Türkiye’nin Rojava bölgesine yeni bir operasyon yapma riski karşısında Kürtlerin birliğiyle ilgili kamuoyu baskısı yoğunlaştı. ABD ve Fransa’nın Kürtlerin ortak bir heyet halinde Şam’da yeni yönetimle görüşmeleri konusundaki girişimleri hızlandı.

Bütün bu gelişmelerin ve Kürt kamuoyunun yoğun beklentilerin etkisiyle PDK Genel Başkanı Sayın Mesud Barzani ENKS ve Mazlum Abdi ile görüşmek için temsilcisini Rojava’ya gönderdi. Ardından SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin ABD helikopterleriyle Hewlêr’e götürülüp Mesut Barzani ile bir araya gelmesi Kürt kamuoyunda büyük bir umut yarattı. Mesud Barzani ve Mazlum Abdi görüşmesi Suriye’deki Kürtlerin ulusal bir ittifak kurmaları ve giderek ulusal bir yönetim oluşturmaları konusunda atılan önemli bir adımdır.

Şimdi yapılması gereken şey ENKS, PYN ve bu iki blok dışındaki Kürt partilerin Kürtlerin geleceği ile ortak bir strateji ve eylem programını hazırlamaktır. Oluşacak ortak Kürt heyeti bir yandan yeni Suriye’nin inşası için Şam’da HTŞ ve Suriye’nin diğer bileşenleri ile görüşürken diğer yanda içerde ortak bir siyasi ve idari yönetimin inşasına başlanabilir. Kürt toplumunda ulusal bir uzlaşı ve barış ikliminin oluşması için gerekli adımlar atılabilir. Kürtlerin kontrolündeki askeri güçlerin dizaynı ve Roj peşmergesinin buna entegre edilmesi konusu masaya yatırılabilir.

Türkiye’nin tehditleriyle baş edebilmek 

Türkiye başından beri bütün imkânlarını kullanarak Suriye’de Kürtlerin statü sahibi olmasını engellemeye çalışıyor. Ancak bu amacını açıkça ifade etmek yerine PKK ve PYD’yi gerekçe göstererek asıl niyetini saklıyor. Türkiye bir süredir ısrarla hem PKK hem de SDG’nin silah bırakmasını ve kendilerini fesh etmelerinden söz ederek aksi halde askeri operasyonla bunu gerçekleştireceğini ifade ediyor. Türkiye bu amaçla Kobani’ye askeri operasyon seçeneğini sürekli gündemde tutuyor. ABD’nin girişimleri sonucu Türkiye bu operasyondan şimdilik vazgeçse de Amerika’da başkanlık koltuğuna oturan Trump’tan icazet alarak söz konusu operasyonu gerçekleştireceğini planlıyor.

Ne var ki Türkiye’nin Kobani ve Rojava’nın geri kalan kısmına askeri operasyon yapması için Trump’tan arzuladığı desteği alması zor. Çünkü Rojava’ya kapsamlı bir operasyon Suriye’de yeni ve istikrarlı bir düzen kurma çabalarının tümünü boşa çıkartabilir. Dahası İsrail ve Batılı ülkelerden hiçbiri Suriye’nin Türkiye’nin kontrolüne geçmesine izin vermesi mümkün değil.

Türkiye’nin Rojava’ya ilişkin politikasında 1991 Irak Kürdistan Bölgesi deneyiminin tekerrür edeceğini söylemek abartı olmaz. 1990’lu yıllarda Türkiye’nin önce Güney Kürdistan’da Kürtlerin kazanımlarına karşı cephe aldığını, bu mümkün olmayınca Kürt statüsünü tanıma yoluna gittiğini hatırlayalım. Günümüzde Suriye Kürtlerine karşı üst perdeden karşı tutum izleyen Türkiye’nin eşzamanlı olarak Rojava’da oluşacak bir Kürt statüsünün tanınması ile ilgili farklı senaryolar üzerinde çalışması ihtimal dışı değil.

Son tahlilde PKK’li kadroların bölgeden çekilmesi, ABD’den farklı garantilerin alınması ve başkaca düzenlemeler karşılığında Türkiye’nin Rojava’da Kürt statüsünü tanıması sürpriz olmaz. Bu konuda Suriye’de Kürtler arası kurulacak geniş bir işbirliği ve Güney Kürdistan’ın üstleneceği misyon belirleyici bir rol oynayabilir.

Dört parçada Kürtleri bekleyen süreç

07 Ekim Hamas’ın İsrail saldırısı sonrası sürecin sadece Suriye Kürtleri için değil, Kürdistan’ın dört parçası bakımından önemli sonuçlar doğuracağı görülüyor. Mezhepçi İran rejiminin bölgeden süpürülmesi ve Esad rejiminin yıkılması bu sürecin ilk halkası. ABD ve İsrail’in baskısıyla Irak’ta İran’a bağlı milis güçlerin tasfiye süreci başladı bile. Hedeflenen şey Irak’ta İran’a bağlı Haşdi Şabi olmak üzere otonom milis güçlerin merkezi orduya dâhil edilmesi. Daha büyük fotoğrafta amaçlanan ise İran’ın Bağdat üzerindeki vesayet rejiminin son bulması. İran’ın nüfuzun kırılması hiç şüphesiz Irak’ın istikrara kavuşmasını kolaylaştıracak ve Kürtlerle Bağdat’ın ilişkisinin normalleşmesine yol açacaktır. 

İran’da ki mezhepçi rejim için ise çember giderek daralmaktadır. İsrail’e karşı aldığı ağır yenilgi bir yana, mollalar rejimi her türlü meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Rejimin yaşadığı siyasi ve ahlaki krize ülkedeki ekonomik yıkım eklendiğinde mevcut rejimin varlığını daha fazla sürdürmesi oldukça zor. Uzak olmayan bir gelecekte İran’daki teokratik dikta rejiminin bu ülkedeki halkların mücadelesiyle devrilmesi sürpriz olmaz. Mevcut rejimin yıkılmasının en başta Doğu Kürdistan halkının özgürlüğü için büyük bir fırsat kapısı açacağına şüphe yok.

Kürt meselesinde izlenen inkar ve çatışma politikasının derin bir krize soktuğu ülkelerden biride Türkiye. Son yıllarda artarak Türkiye’de derinleşen çok yönlü krizin kaynağında Kürt meselesinden kaynaklanan çözümsüzlük politikası olduğu çok açık. Türkiye’nin kaynakları bu yükü daha fazla taşımasına imkan vermiyor. Bu açıdan Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü yakıcı bir hal almış durumdadır. Son dönemde İmralı’da Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmeler de esas olarak Kürt meselesinin aldığı yeni boyutlarla ilgilidir.

Bu kısa değerlendirmenin gösterdiği şey şu; Ortadoğu’nun yeniden dizey süreci Kürdistan’ın dört parçasını eş zamanlı olarak etkilemektedir. Bu tablo aynı zamanda Kürdistan’ın dört parçası için sürece ilişkin ortak bir tutum almayı gerektirir. Kürdistan’ın dört parçasını etkileyen gelişmelere karşı, dört parçadaki Kürt siyasi aktörlerinin ortak bir duruş geliştirme ihtiyacı giderek daha çok yakıcılık kazanmaktadır.

Bunun için akla gelen ilk şey bir Ulusal Kongre toplamaktır. Ne var ki geçmiş deneyimler, hem de her parçada derli toplu bir birliğin henüz sağlanamamış olması nedeniyle Ulusal Kongre bu aşamada mümkün görünmemektedir.

Yapılacak şey Kürdistan dört parçasındaki bütün siyasi partilerin katılımıyla bir ulusal konferans toplamaktır. Böyle bir konferansta bölgede yaşanan gelişmeler ve Kürt meselesine ilişkin yansımaları tartışılabilir. Kürtlerin söz konusu gelişmelere karşı izleyeceği stratejiye ilişkin genel bir çerçeve oluşturulabilir. Kürtler arası hukuk için temel ilkeler belirlenebilir. Böylece dört parçada yürütülen mücadele bakımından bir eşgüdüm sağlanabilir.

Böyle bir konferansın yapılacağı uygun yer hiç kuşkusuz özgür Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’dir. Bu konferans için çağrı yapacak en ideal isim ise kuşkusuz Sayın Mesut Barzani’dir.

Eğer bu bir ihtiyaç ise çok geç kalınmamalıdır.

Deng Dergisi, sayı: 135

MAKALELER