Türkçe | Kurdî    yazarlar
Demokrasi Olmadan Kürt Meselesi Çözülür Mü?

2025-07-23

Ali Haydar Fırat

27 Şubat 2025 İmralı görüşmesinden bu yana Kürt meselesine taraf Kürtlerin büyük bir çoğunluğu, demokratlar, sosyalistler ve liberaller sorunun çözümüne yönelik gelişmelere zarar vermemek için sus pus bekliyor.

Bu suskunluk 40 yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmalı sürecin toplumda yarattığı tahribat ve yıkımın sonlanmasına yol açan gelişmelere zemin yaratması açısından önemlidir. Öcalan’ın PKK’nin silah bırakması ve kendisini fesh etmesi çağrısı ve PKK’nin bu çağrıya uyarak silahlar veda ve kendini fesh edeceği açıklaması, silahlardan arındırılmış Legal ve demokratik alanda siyaset yürüten Kürtler açısından önemli bir mevzi olarak görülmelidir. Bu bakış açısı ile değerlendirecek olursak, PKK’nın silah bırakmasının çok önemli bir gelişme olduğu yadsınamaz.

40 yılı aşan çatışmalı süreç Kürtleri ve Türkiye toplumunu yordu. 30 bini aşkın insanımızın kaybı, on bini aşkın (17 bin) faali meçhul cinayet, boşaltılan binlerce köy ve evini yurdunu bırakıp göç eden milyonlarca kişi yoksulluk ve yokluk içerisinde yaşam savaşı verdi. 40 yıldır devam eden çatışmalı süreç, batıdan doğuya, kuzeyden güneye Türkiye’nin bütününe ağır bir bedel ödetti.

Kural, ilke tanımayan operasyonlar, eylemler ve bombalamalar (Muş Vartinis, Şırnak (Giver, Başuke köyleri), Başbağlar, Güçlükonak, Cizre Jitem, Ankara Kumrular, Ankara gar ve Roboski, vs katliamları) sonrası, kadın ve çocuk on binlerce sivilin yaşamını yitirmesine yol açtı. Yaşanan acılar ve travmalar yaşamımızda derin izler bıraktı. Toplumu derinden etkileyen bu acıların tekrardan yaşanmaması ve silahlardan arındırılmış bir çözümün sürdürülebilmesi için gayret sarf edenlerin emeğine, çabasına zarar vermemek adına, önerisi ve eleştirisi olanlar bu süreçte görüş ve önerilerini süreli olarak askıya aldı.

Öcalan, MİT, iktidar ve PKK görüşmelerinde neler konuşuldu ne sözler verildi bilmiyoruz. Sonradan sürece dahil edilen İmralı heyeti ve DEM’in üstlendiği görev ne, bilmiyoruz. DEM sorunun Anayasal ve yasal boyutlarıyla parlamento gelmesine katkı verecek yetki ve sorumluğa sahip olursa, neler olduğuna dair bilgi sahibi olabileceğiz. İktidar cephesinin de ne sözler verdiğini bilmiyoruz. CHP liderinin sıkça vurguladığı gibi, sorunun mecliste görüşülmesi önerisi henüz gerçekleşmedi. KCK yürütme konseyi üyesi Zübeyir Aydar Mart ayı başında Rudaw’a yaptığı açıklamada, ‘devlet heyetleri uzun süredir başkan Apo ile gidip görüşüyorlar. Elimize bir anlaşma protokolü ulaşmış değil ama bazı noktalarda bir uzlaşı, kimin ne yapacağına dair ortak anlayış olduğunu biliyoruz’ dedi. (1)

Bu açıklamadan anladığımız İmralı heyeti görüşmelerinde çok daha öncesi MİT Öcalan görüşmeleri olmuş. Bu görüşme trafiğin nereye varacağı sorusu Kürtler açısından (Kürtlerin ulusal talepleri konusu) bir soru işareti olarak ortada duruyor. Kamuoyu yoklamaları ve siyaset bilimcilerinin değerlendirmesi, Kürtler arasında beklentinin düşük düzeyde olduğu yönünde. İmralı heyetinin Öcalan’la yaptığı görüşme sonrası kamuoyuna sunduğu “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı açıklama, hem demokratikleşme hem de Kürtlerin ulusal talepleri açısında beklentilerin gerisinde kaldı.

Kürt cephesinde, iktidara duyulan güvensizliğin birinci nedeni 2013 - 2015 arası çözüm sürecinde yaşanan sorunlarla ilgili. Tüm bölgelerde görevlendirilen Akil İnsanlar heyetleri, Oslo ve Dolmabahçe görüşmeleri sonrası hiç bir şey olmamışçasına legal parti yöneticilerine yönelik operasyonlar ve akabinde Selahattin Demirtaş başta olmak üzere birçok Kürt parlamenter ve siyasetçinin tutsak edilmesi, halen zihinlerde tazeliğini koruyor.

İkincisi ise Ekim 2024 de Bahçelinin Dem yöneticileri tokalaşması ile başlayan, PKK’nin silah bırakması ve Öcalan’ın DEM parti grubunda konuşması önerisi sonrası, Kürtler ve demokratlara yönelik siyası operasyonların hız kesmeden devam ediyor olması.

Bahçeli’nin çıkışı ile başlayan bu süreçte siyaset sahnesinde neler yaşandığına bakalım;

DEM partiye ait Mardin, Van Büyükşehir, Hakkâri, Batman, Halfeti, Dersim, Bahçesaray, Siirt, Mersin Akdeniz ve Kağızman Belediye başkanlarına, terör örgütü üyeliği ile ilişkilendirilen davalar gerekçe gösterilerek görevden alındı. Akabinde de Kayyım atandı. Belediye Başkanlarından bazıları da tutuklanarak cezaevine kondu. CHP’ye ait Esenyurt, Ovacık ve Şişli, belediye başkanları “Terör örgütü üyeliği” suçlaması ile tutuklandı. Kent uzlaşısı kapsamında seçilen meclis üyeleri ve başkan yardımcıları da görevlerinden alınarak tutuklandı, sonrasında da de kayyım atandı. Partiler arası seçim ittifaklarının yasal güvenceye bağlandığı bu süreçte, iktidar bir yandan terör örgütü olarak gördüğü bir yapının lideri ile görüşmeler yapıyor, Öbür yandan CHP’li belediye başkanlarına ve “kent uzlaşısı” kapsamında seçilen meclis üyelerine, “terör örgütü üyeliği” suçlaması ile kayyım atıyor ve bunu topluma doğalmış gibi göstermeye çalışıyor.

İktidarın yargı eliyle yürüttüğü İmamoğlu operasyonları kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beşiktaş, Beylikdüzü. Beykoz belediyelerine başkanları ve yöneticilerinin ve aile bireylerinin yolsuzluk nedeniyle gözaltına alınması ve tutuklanması vicdanlarda yer bulmadı. Toplum iktidarın anlattığı ‘yolsuzluk için örgüt kurmak’ hikâyesine inanmadı. Etkin pişmanlık, gizli tanık ifadelerine dayandırılarak İmamoğlu ailesine ait 68 yıllık aile şirketi ile birlikte 24 şirkete yargılamalar başlamadan kayyım atandı. 28 şirkete tedbir kondu. İmamoğlu’nun 31 yıl önce aldığı diploması iptal edildi. Son tutuklamalar sorunun kanal İstanbul ekseninde dönen imar değişikliği ve bundan büyük kazanç sağlayacak kesimlerle, çevre, su kaynakları ve doğal alanların korunmasını savunanların mücadelesine dönüştü. İktidarın yargıyı araçsallaştırarak başlattığı bu operasyonun altında uzun yıllardır İstanbul gibi bir metropolün maddi olanaklarından yararlanan kesimlerin (kişiler, vakıflar, cemaatler, şirketler, vs) bu olanaklardan yoksun kalmasının büyük bir etkisinin olduğu yadsınamaz.

Ak parti dönemine ait, Ankara, İstanbul gibi Büyükşehir belediyelerine dönük onlarca yolsuzluk iddiasını içeren dosyalar İçişleri Bakanlığının arşivlerinde bekliyor iken, bunları hasıraltı eden iktidarın, kazanamadığı İstanbul belediyesi soruşturmalarına dört elle sarılması, muhalefeti sindirmeye yönelik siyası bir operasyondan öte bir şey olmadığı ortada.

18 Şubatta Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ya yönelik operasyon kapsamında 52 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı, sorgulamalar sonrası 30 kişi tutuklandı, 7 kişi adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Tutuklanalar arasında Sol parti yöneticileri, gazeteci ve sanatçılar mevcut. Devletin PKK ile açılım konuştuğu süreçte, savcılık iddianamesinde HDK, ‘legal görünümlü’ bir yapılanma olduğu, ancak özünde PKK/KCK’nin şehir yapılanması olarak değerlendiriliyor. Devletin kayıtlarına geçtiği şekliyle söyleyecek olursak, HDK ‘PKK’nın taban örgütlenmesi olarak’ kabul edilen bir yapı. Tutuklanan 2 gazeteci için ‘silahlı örgütü’ üyeliğinden dava açıldı.

Saraçhane protestolarını izleyen 7 gazeteci canlı yayın haberi yaptıkları için tutuklandı. Tutuklananlar içinde Kameramanın olması basın için bir ilk olay olma özeliği taşıyor, ulusal ve uluslararası tepkiler sonrası gazeteciler serbest bırakıldı. Sonrasında 3 yıl hapis istemiyle yargılanmaları için iddianame hazırlandı. Saraçhane de yapılan protesto ve eylemleri canlı yayınlayan televizyon kanallarına, süreli yayın kapatma, program kapatma ve para cezaları verildi.

Saraçhane eylemlerinde bine yakın öğrenci, siyasetçi ve sivil yurttaş gözaltına alındı. Gözaltına alınanların, büyük bir çoğunluğu üniversite öğrencileri ile gençlerden oluştu. Demokratik bir hakkı, şiddet içermeden kullanmak isteyen kitleye emniyet mensuplarının orantısız güç kullanması, gözaltında işkence iddiaları ve akabinde yüzlerce tutuklama, bu süreçte yaşandı. Toplumun tepkisi sonrası tutuklu öğrencilerin büyük bir bölümü salıverildi. Açılan davaların seyri önümüzdeki aylara bırakıldı.

Düşünceyi ifade etme, iktidarı eleştirme, toplantı ve gösteri haklarının kısıtlandığı bir süreçteyiz. Bu hakkı basın-yayın sosyal medya aracılığıyla yayan siyasetçi, gazeteci, akademisyen birçok kişi hakkında, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına Bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin talimatları doğrultusunda, kişilerin huzur ve sökününü bozma, kanunlara uymamaya tahrik, yanıltıcı bilgiyi alenen yayma, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme ve hakaret ve iftira suçlarını birlikte işlemek, vs gerekçelerle gözaltı ve tutuklama kararları veriliyor. Demokratik taleplerin baskılandığı baskıcı bir süreç yaşanıyor.

Cezaevlerinde tutuklu tedavisi cezaevlerinde mümkün olmayan ve hastalıklarının son evresinde olan bini aşkın ağır hasta tutuklu halen cezaevinde tutuluyor. Siyasallaşan ATK (Adli Tıp Kurumu) raporlarıyla tutulan bu tutuklular, cezaevinde kalmaya devam ediyor.

Cezaları bitip, ceza evlerinde tutulan 100’u aşkın tutsak bırakılmayı bekliyor. Cezaevi idaresi ve Gözlem Kurulu infazı tamamlanmış, şartlı tahliye hakkından yararlanıp çıkmayı hak eden tutukluların, 'iyi halli” olmadıkları iddiasıyla, siyası tutsakların infazlarını ertelenmeyi sürdürmektedir.

Maddeler halinde belirttiğim bu tutuklama hukuksuzlukların hepsi Bahçeli DEM tokalaşması sonrası yaşananlardır. Kürt meselesinde açılım, çözüm süreci diye adlandırdığımız ve haklı olarak büyük anlamlar yüklediğimiz meselenin gündeme getirildiği bir süreçte hukuk, demokratik haklarla ilgili yaşanan tüm olumsuzluklar var oldukça nasıl yol alabileceğiz, neyi çözeceğiz?

Özgürlüklerin, temel haklarin ve demokrasinin yok sayıldığı, Anayasa ve yasaların uygulanmadığı, kurumların böylesine yıpratıldığı ve anlamını yitirdiği bir süreçte, “görüşmeler yapılıyor bekleyin demek” ne kadar doğru?

En son söyleyeceğimi peşinen söyleyecek olursam, demokrasi evrensel hukuk yoksa Kürt meselesi çözüldü, çözülüyor demek mümkün mü? Hiç sanmam, Kürt meselesini gibi asırlık bir sorunu ‘terörü sonlandırma’ denklemin içinde göstererek çözüm üretmek meseleyi çözmez, çözümü bir süreliğine erteler.

Kürt sorunu ve demokrasi ilişkisi ile ilintili değerlendirmelerden birisi de Türkiye’nin eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıcı Sayın Rıza Türmen’e ait. “Açılım silahların bırakılması gibi dar bir alana sıkışmış. Bunun içinde, demokrasi, Kürt sorununa barışçıl bir çözüm getirilmesi, bu amaçla bir müzakere sürecinin başlatılması yok. Kürt sorununun çözümü için demokratik bir çerçeve gerekiyor. Ancak demokrasi, hukuk devleti, insan haklarının geçerli olduğun bir Türkiye’de Kürt sorununa kalıcı çözüm bulunabilir. “

“Açılım süreciyle demokratikleşmeyi birlikte değil, ters yönde yürütüyorlar. Gerçekte her iki süreç de iktidarın, iktidarda kalma, var olma stratejilerinin parçaları. Bir yandan Cumhurbaşkanlığının en güçlü adayı saf dışı bırakılırken, öbür yanda, Kürt oylarına göz kırpılıyor. Aynı zamanda DEM Parti ile CHP arasındaki yakınlaşmayı engellemek, bir demokratik ittifak olasılığını önlemek, DEM Parti’yi iktidar bloku saflarına çekmek amaçlanıyor.

“Şurası gerçek ki PKK Öcalan’ın çağrısına uyarak silah bıraksa, sonrada kendisini feshetse bile Kürt sorunu var olmayı sürdürecek. Bu sorun Türkiye toplumu ve devleti için bir demokrasi sınavı olacak.”

“Bugünkü koşullarda “demokratikleşme” iki anlam taşımakta, Birincisi iktidarın yargı eliyle uyguladığı baskı, şiddet, sindirme siyasetine dur diyebilmek. Birilerinin, iktidara “hem muhalefete her türlü baskıyı uygulayacaksın hem de Kürtlerle barış sürecini yürüteceksin, bu kabul edilemez demesi gerekir.” (2)

AK parti iktidarda olduğu 23 yılda, farklı kesimlerle ittifaklar kurarak iktidarını sürdürmeyi başardı. İlk iktidar döneminde Gülen Cemaati (şimdiki adı ile FETO) ve liberal demokratla yaptığı ittifakla yargı, emniyet, silahlı Kuvvetlerde ve bürokraside, Ergenekon ve Balyoz davaları ile de Kemalistleri tasfiye etti. Birinci çözüm süreci sonrasında, KCK operasyonlarıyla Kürtleri sürecin dışına itti.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası sosyal demokratlar, Kemalistler ve milliyetçilerle yaptığı ittifak sonrası Gülen Cemaati ve Kürtlere (Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının tutuklanması, Belediyelere kayyım atamaları) yönelik, hukuk dışı OHAL kararnameleri kanalıyla operasyonlar gerçekleştirdi. Şimdilerde ise Cumhur ittifakı olarak Kürtlerin çoğunluğunu oluşturan kesimleri, ‘Terörsüz Türkiye’ söylemiyle yanına çekmeye çalışarak, sosyal demokratlar, sosyalistle ve iktidara muhalif kesimlere yönelik hukuksuz, kural tanımayan yöntemlerle operasyonlar düzenliyorlar. Sosyal demokrat belediyelere operasyonlar, CHP’ye kayyım atanması gibi gelişmeler hız kesmeden devam ediyor.

Nisan 2017 referandumu ile yürürlüğe giren yeni sistem, gücü elinde tutanların, iktidarda kalmaktan hiçbir koşulda vazgeçme niyetlerinin olmadığını ortaya koydu. Kayyım atamaları ile seçimlerin anlamının kalmadığını topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar. İktidar bloğu, iktidarı kendisi için kazanılmış bir hak olarak görüyor. Kibir, “siz de kimsiniz, biz bu ülkenin tek sahibiyiz, bizden başka kimse bu ülkeyi yönetemez” tavrı, iktidar bloğunu iktidarda kalma adına her ittifak ve anlaşmayı yapmaya itti. Düne kadar düşmanlaştırdıklarını bugün farklı görmeleri, iktidarda kalma adına onların desteğine duydukları ihtiyacın bir sonucu izlenimi veriyor.

2018 seçimleri ile yürürlüğe giren “cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” Türkiye’nin kuvvetler ayrılığına bağlı süregiden, sorun ve çıkmazlarına rağmen, hesap verebilirlik açısından işleyen, sistemini işlevsizleştirdi. Türkiye 8 yıldır Yasama, Yargı ve Yürütmenin tek bir merkezde toplandığı, hesap verme zorunluğu olmayan bir yönetimle yönetiliyor. Hukuktan, demokrasiye, ekonomiye ve uluslararası politikalara kadar yaşanan tüm sorun ve çıkmazlar bu yönetim anlayışının sonucudur. Yönetenler bunu demokratik yönetim olarak ifade ediyorlar. Uluslararası kurallar açısından bu yönetim anlayışına siyaset dilinde otoriter (otokrattık) bir yönetim deniyor.

Bu yönetim anlayışına yönelik, eleştiri getirenlerden ceza hukukçusu Sayın Prof. Dr. Adem Sözüer yorumu, kayda değer bir değerlendirme. Sözüer T24’de verdiği röportajda, “Türkiye’de bireysel özgürlükler garanti altına alan mekanizmaların hemen hiç biri etkin değil. AYM ve AİHM sistemleri gibi yargısal mekanizmalar veya parlamentoda hesap sorma ya da denetleme yolları işlemiyor. Oysa bunlar siyasi iktidarın, “yoldan çıkması” durumunda onun gücünü sınırlayacak mekanizmalardır. Antik Yunan demokrasiyi niye icat etmiş? Çünkü insanoğlu sınırlanmazsa, iktidar hırsını da para hırsını da mutlaka kötüye kullanır. (3)

Tüm bu göstergeler iktidar bloğunun, demokrasi, insan hakları, hukuk alanında toplumu rahatlatacak yasal ve Anayasal düzenlemelere bu aşamada rıza göstermeyeceği yönünde. Demokrasi ve evrensel hukuk normları güvenceye bağlanmadan Kürt meselesini çözmek mümkün görünmüyor. Asırlık bir sorunu terör sorununa endeksleyerek çözme arayışı sorunu çözemez.

Bekir Ağırdır’ın deyimi ile ülke yalnızca ekonomik kriz değil derin bir devlet ve demokrasi krizi içinde. Bu sorunlarını çözemeyen iktidar Kürt sorununu da çözemez.

10.05.2025

Kaynak;

1-Zübeyir Aydar Rudaw röportaj 06.03.2025

2 Rıza Türmen “Kürt sorunu ve demokrasi” T24 01.05.2025

3-Cansu Çamlıbel “Zor Konuşmalar” Prof. Dr. Adem Sözüer röportaj T24 10.02.2025

Deng Dergisi, sayı: 136

MAKALELER