yazarlar makaleler
Evrim Kepenek: Kimanak ta hoza ik?
9/14/2024

Büyük çoğunluğumuz Hemşinceyi bilmiyor, bilenler de çok az konuşuyor. Yazılı kaynaklarımız çok az.

Görselde, bir pencerenin arkasından bakan iki kişi görünüyor. Sol tarafta, yaşlı bir kadın başında çiçek desenli bir başörtüsü ile pencerenin içinden dışarıya doğru bakıyor. Yüzünde düşünceli bir ifade var. Pencerenin sağ tarafında, camın yansımasında bir adam görünüyor. Adam dışarıda bulunuyor ve uzaklara bakıyor. Cama, ağaçlar, hafif sisli, bulutlu bir hava yansıyor. Pencerenin ahşap çerçevesi eskimiş görünüyor, bu da sahneye nostaljik ve hüzünlü bir hava katıyor.

Bu yazıyı okurken, Ayşenur Kolivar'dan bu Melesus'ten şu Hikmet Akçiçek'ten bu şarkıyı, dinleyebilirsiniz.

Anadilinde savunma hakkı mücadelesinin sokaklardan mahkeme salonlarına taşındığı 2012 yılı Eylül ayıydı.

Silivri Ağır Ceza Mahkemeleri'nde gazeteciliğimiz nedeniyle yargılandığımız duruşmanın ilk celsesine çıkmak üzereydik.

Duruşma öncesinde saatler süren toplantılardan sonra hepimiz, hatırladığım kadarı ile 46 gazeteci, anadilinde savunma yapma kararı almıştık.

Mahkeme başlamak üzereydi. Kürt arkadaşlar "Buradayım" anlamına gelen "Ez li vir im" cümlesi ile mahkeme heyetine sesleneceklerdi.

Onlara destek vermek isteyen Türk arkadaşlarımız da bu cümleyi söylemek için çalışıyorlardı. Peki ya ben ne diyecektim?

Biraz düşündükten sonra mensubu olduğum Hemşin halkının dilini hatırlamaya çalıştım.

Ne yazık ki, bildiğim Hemşince kelimeler çok azdı; polokuş, tartaluş, akoşka, peşkir, ğezep, bulik, oçinax, vartevor…

Kelimeleri biliyordum fakat tam olarak bir cümle kuramıyordum. O yaşıma kadar da kurmamıştım.

Kurabildiğim cümleler, Hemşinceden çok Karadeniz şivesine yakındı. Bu eksiklik ve kendi dilime bu kadar yabancı olmanın verdiği gerginlik hep üstümdeydi.

Sonra aklıma, Hemşince bilen iki dostum Hikmet Akçiçek ve Elif Altunkaya'yı aramak geldi. Durumu onlara anlattım. İkisi de bana aynı cevabı verdi: "Mahkemede 'Buradayım, duyuyor musunuz?' anlamına gelen Hemşince 'Kimanak ta hoza ik?' cümlesini söyleyebilirsin” dediler.

Lazların sayıca ve kültürel anlamda daha yaygın olduğu, çok farklı halkların bir arada yaşadığı bir coğrafyada Hemşin halkının “kaderi” idi bu cümle. Biz de yeryüzündeydik fakat ne dilimiz ne kimliğimiz fark ediliyordu.

Elif, üşenmeden bu cümleyi mesaj olarak da yolladı. İlk kez kendi dilimde bir cümle kuracak olmanın heyecanı içindeydim, onlarca kişinin karşısındaydım.

Karşımda sonradan "FETÖ" soruşturması kapsamında “tutuklu” veya “firari” olacak mahkeme heyeti vardı.

Kürt arkadaşlarım isimleri okunduğunda tek tek ayağa kalkıp, "Ez li vir im" diye seslendiler. Sıra bana geldiğinde kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Hatta ilk başta Kürtçe mi devam etsem diye düşündüm, sonra birlikte çalıştığım Kürt meslektaşlarımın “Önce kendi dilini öğren” uyarısı aklıma geldi.

Mahkeme salonundaki sessizlik devam ediyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, ağzımdan nasıl çıktı, hatırlamıyorum: "Kimanak ta hoza ik?" dedim.

Sessizlik devam etti.

Sesimi yükselterek tekrar ettim: "Kimanak ta hoza ik?" Bu kez sessizliği mahkeme başkanının "Bu da ne demek?" sorusu bozdu.

Seyirciler arasında oturan bir arkadaşım cümlemin Hemşince anlamını açıkladı: "Buradayım, duyuyor musunuz?"

Sessizliği alkışlar bozdu…

O gün mahkeme salonunda söylediğim o cümle, aslında tüm Hemşin halkının kimlik ve var olma mücadelesinin bir özeti gibiydi. En azından benim için öyleydi.

“Anadili, yüreğin kapısıdır” derler. Biz Hemşinliler de homojen değiliz. Haliyle  bu “yüreğin kapısı” hepimiz için açık değil.

Büyük çoğunluğumuz Hemşinceyi bilmiyor, bilenler de çok az konuşuyor. Yazılı kaynaklarımız çok az.

Müziğimizin sesi, baş tacımız Laz halkının güzel çocuğu Kazım Koyuncu, Hemşincenin muazzam taşıyıcıları ve yaygınlaştırıcıları Ayşenur Kolivar ve Hikmet Akçiçek’in açtığı güzergâhta, dirençli fakat yüksek değil.

Daha çok Hopa’daki Hemşinlilerin Hemşinceye hâkim olduğunu söylemek abartı değil.

Türkiye’de yaşayan Hemşinlilerin büyük bir kısmının Hemşince bilmediğini söylemek de hiç abartı değil.

Bunun belli başlı nedenleri var elbette. Mesela birçok kişinin duyduğu gibi Hemşinli bir çocuk “Aman kendi dilini öğrenip ne yapacaksın iş hayatında kullanacağın bir dili öğren” endişesi ile kendi kültürü ile tanışmamış olabilir.

Ya da “bak bak Hemşince, Lazca bir şeyler diyor, bölücü bu” etiketini yememekle de ilgili olabilir bu “öğrenmeme” tutumu.

Kuşkusuz nedeni çok ve kuşkusuz devletin kuruluş kodları ile de ilgili bir durum bu. Ancak, takdir edersiniz ki bu mesele, kapsamlı ve itiraf edeyim ki bol mayınlı bir alan olduğundan bu yazıda detaylandırmayacağım.

Fakat şunu net olarak belirtmek gerekir: Devletin kuruluş kodlarında yer alan “tek millet” hedefinden dolayısı ile asimilasyon politikalarından Hemşinliler de paylarına düşeni aldı, alıyor.

Peki Hemşincenin yaygınlaştırılmasında medyanın payı?

Bir dönem “saklı bir halk” diye anlattılar, uzak diyarlarda yaşayanlar olarak tanımladılar. Karadeniz’in en kuzeyinde, dağlarda yaşıyorlar işte. Biraz daha merkezde olanlar Hemşin çorabı ile biliniyor. Kadınlarının başlarını Hemşin puşisi ile bağlamalarından dolayı da “otantik” bir halk olarak geçiriyorlardı haberlerinde ve/veya yazılarında.

Medyanın yarattığı stereotip karakterlerde dahi yer alamıyor Hemşinliler. Lazlar vardı ki onlar da “celiyu musun? cidiy musun” ötesinde konuşturulmuyor. Bambaşka bir dilleri, kültürleri varken üstelik. Dizilerimiz de tıpkı medyamız gibi anlayacağınız Lazcadan da Hemşinceden bihaber.

İlk gazetemi ilkokul 5. sınıfta, üç arkadaşımla birlikte çıkarıp diğer okullara dağıtmama rağmen, çocukken "bir gün gazeteci olacağımı" hiç düşünmemiştim.

Bir gazeteci olarak Hemşinceyi ve Hemşin kültürünü yaymak amacıyla kurulan “GOR” isimli derginin kurucuları arasında yer alacağım da hiç aklıma gelmezdi. Hemşince için bir şeyler yapmanın hayatımın mücadele alanlarından biri olacağını “hayal” dahi etmezdim.

Ta ki, Özcan Alper’in “Sonbahar” filmini izlediğim ana kadar. İstanbul’un göbeğinde, dev bir sinema salonunda karşımdaydı memleketin dereleri, denizi, sahili, kelimeleri, müziği, kadınların sesi, ağıtları… İstanbul’da o filmde, Hemşince anladığım her kelime ile duyduğum hissin tarifi yok.

Bugün, Hemşince öğrenmek için çok büyük bir çaba sarf etmiyorum, yalan yok. Anadilim için mücadelemin yolunu onun için mücadele gerçek kahramanlarla kesiştiriyorum.

Geçen yıl bu zamanlarda “Hemşince Gramer” kitabı yayınlanan Mahir Özkan örneğin. Kızı ve eşi ile birlikte, Hemşinceyi yeniden var ediyorlar.

Kültürümüzü bıkıp usanmadan anlatan yayan müziğimizin sesini yükselten sevgili Hikmet Akçiçek ve Ayşenur Kolivar gibi...

Araştırmacı yazar Huriye Şahin ve adına yer veremediğim onlarcası gibi...

Aslına bakarsanız, Hemşin ve Hemşinceye dair yazdığım her yazıda, Silivri’deki o mahkeme salonuna dönüyorum, bizleri hukuk dışı yollarla elde ettikleri delillerle yargılamaya çalışan hakimlere söylediğim gibi hissediyorum: 'Kimanak ta hoza ik?’

Bianet

İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar