

2025-12-16
“7 Haziran Seçimleri ve Suruç Katliamı sonrası, “Çözüm Süreci”ni bitiren eylemde, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinde, muhbirler de hakim de Fetö mensubu; kimi aranıyor, kimi tutuklu! Tarihin onca felaketini, onca kaybı, onca nefret ve şiddet tohumunu, onca yangın ve yarayı hiç bakmadığınız zaviyelerden de en azından sorgulamaya, sorulamaya hazır mısınız?
Yine epey eski bir yazı… Vesilesi ise Ceylanpınar.
Yaşar Kemal’in destansı röportaj dizisindeki Ceylanpınar değil; benim yıllardır yazdığım, hatırlattığım küçücük yaştaki süt sağma işçilerinin kasadan dereye düşürülüp yok edildiği sözde “devlet” üretme çiftliği Ceylanpınar değil…
Bir zamanlar “Çözüm Süreci” denen, bugünkü adıyla “Terörsüz Türkiye”nin bir provasını sonlandıran “iki polisin yataklarında öldürülmesi”nin Ceylanpınar’ı. O gün “süreç” bitti, bitirildi. Peşin yargıyla “terör bitirmişti süreci” ama sorular hep asılı kaldı. Hele hele o süreçte, hem iktidarın öfkesini, hem de zaman zaman PKK’nın tepkisini çekerek, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışıyla, partisinin oyları artınca, AKP ilk kez tek başına iktidar imkanını ilk kez kaybedince. Buna Ankara Garı ve Suruç katliamları eklendi. Süreç bitti, “silahlar, bombalar çekildi”, seçim yenilendi. Sonra da başkanlık geldi!
Şu sıra, o iki polisin öldürülmesiyle ilgili, eski bir şüphe yeni bir veçheye büründü: “Oraya gitmedim” demiş olan bir polisin o evde izleri varmış meğerse… Sahi iki polisi kim(ler) ne için öldürdü? Ankara Garı ve Suruç katliamları, onca insanın katledilmesi nasıl oldu? Ondan sonra yüzlerce genç insanın ölüm yolu nasıl açıldı?
Ve bu “süreç”te neyin nasıl olacağının veya olmayacağının garantisi ne, bu karanlıklar ülkesinde. “Barış”a ve hakikate, umut verebilecek süreçlere hep bir savaş açan vardır çünkü. Burada da başka yerlerde de. İşte bir örneği de, yüzbinlerce kişinin Filistin ve Gazze için, dünyanın her köşesindeki insanlarla birlikte vicdanıyla yürüdüğü Avustralya’daki “Yahudi katliamı.” Saldırgana kimsenin yapamayacağı kadar cesaretle müdahale eden “kahraman” da Müslüman olsa bile!
Aşağıdaki yazıyı 9 yıl önce, “darbe girişimi”nin ardından gelen onca yazıdan biri olarak, tam da doğum günümde yazmışım. Doğum gününde ölüme dair yazmak, işte!
Hiç inanmazdınız ama neler oldu!
Bugün “her şeyin mümkün olduğunu” gören bir ülkenin, dün de “çok şeyin mümkün olabileceğini” artık düşünebilmesi umuduyla.
Elbette ne bugün ne dün için peşin hüküm vererek… Elbette daha hüküm bile giymemiş olanları kafadan “Hainler Mezarlığı” adayı ilan etmeden, gözaltında ölümleri çoğaltmadan…Elbette geçmişteki olayları da ancak “Hiç böyle olduğunu düşünmemiştiniz… Öyle olabileceğine ihtimal vermemiştiniz… Söyleyenleri susturdunuz… Asla üzerine gidilmedi” hisleriyle anıp iktidarların ve 12 Eylül’de yüzde 90’dan fazla darbe yanlısı iken bugün yüzde 90’dan fazla darbe karşıtı olduğunu ilan etmiş milletin de huzuruna getirerek! Bugün itibariyle epeyce yılı geride bırakmış ve büyük kısmında hiç olmazsa bu soruları sormuş, bunlara dair çokça yazmış ömrümün de hatıralarıyla.
15 Temmuz’da çok şey gördük, çok insanımız öldü, çok şaşırdık, çok büyük travma geçirdik, çok şey anladığımızı düşündük, çok şey anlamadık, anlamaya çalışıyoruz.
Darbe girişiminin “FETÖcü” denen yapısı kadar; Köprü’de, Çengelköy’de, Gölbaşı’nda, Marmaris’te, Meclis’te, Ankara-İstanbul semalarında gördüğümüz “bir kısım TSK mensubu”ydu. Sabahtan itibaren de yüzlerini gördük.
Sürüklenmiş erleri ve askeri öğrencileri de; Meclis’i, milleti, polisi bombalayan, halkına ateş açan, sivilleri öldüren, birbiriyle çatışan, komutanı esir alabilen, astlarını cinnete sürükleyen general ve subayları da.
İnanılmaz gibi olana şimdi inanıyoruz! Bahçeli’nin, “Türk milleti ordusuna sırtını dönebilmeli” sözü nasıl bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor.
İnanılmaz gelen, asker (ve polis) üniformalı (ve üniformasız) birilerinin, devlette örgütlenmesiydi. Önemli bölümünün düne kadar önemli birimlerde, “Komando tugaylarından hudut karakollarına… Terörle mücadeleden Jandarma harekatlarına… Emniyet İstihbarat’tan Jitem’e… Savcılıktan hakimliğe” hem de devlet adına icraat, eylem yapabilmesi, karar verebilmesi, silah çekebilmesi, bomba atabilmesiydi. Yüksek rütbelilerin bu iktidar tarafından atanabilmesiydi.
Şimdi sorsam: 1978’de, tam “Gladio ve TSK gölgesindeki” Kontrgerilla’ya ulaşmışken, “milliyetçi” tetikçiyle öldürülen Savcı Doğan Öz’ün Kontrgerilla tarafından ortadan kaldırıldığını hiç düşünmüş, öyle söyleyenlere biraz inanmış mıydınız? Ya şimdi? Mümkün geliyor mu?
Maraş, Çorum gibi “iç savaş türü” katliamlarda, “askeri darbe hazırlığı” uyarınca “Kontrgerilla parmağı” olduğunu hiç düşünmüş, söyleyenlere az kulak vermiş miydiniz? Ya şimdi? İmkânsız mı geliyor?
1 Mayıs 77; hala inanılmaz mı geliyor?
1993’te ateşkes sürerken, tam Özal’ın ani ölümüne rağmen Özal-Demirel-İnönü “demokratikleşme, çözüm süreci” gündemdeyken, daha “30 bin ölümüz” olmamışken, otobüse silahsız bindirilmiş 33 erin “PKK tarafından” katledilmesinde şüpheler size hala lüzumsuz mu geliyor?
1993’te peş peşe sökün eden onca felaket, cinayet, “kaza” peki? Kara Havacılık Okulu’nun 15 Temmuz 2016’da darbe, komplo üssü olarak adını biliyorsunuz; oysa 17 Şubat 1993’te, “Kürt sorununda farklı çözüm yolu” öneren Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in Kara Havacılık’tan adeta ölüme uçurulmasını, uyduruk kaza raporlarıyla olayın kapatılmasını neden umursamamıştınız? Artık o kadar normal geliyor mu “kaza”?
Aynı yıl Bitlis’e yakın kimi subayın da “PKK vurdu… intihar etti” diye yok olmasını yok edilmesini başka türlü düşünmeye hazır mısınız?
Uğur Mumcu’nun havaya uçurulmasını, Adnan Kahveci’nin “kaza”da ölmesini, Sivas ve Başbağlar katliamlarını öyle kabul etmişsek bile, General Bahtiyar Aydın’ın Lice’de “PKK” denen ama çok şüpheli tetikçi ateşiyle öldürülmesini artık siz de şüpheli bulur musunuz?
Öyle ya, her şeyin mümkün olduğunu gördünüz… Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova’nın yerle bir edilmesinden 23 yıl önce, General Aydın Suikastı bahanesiyle Lice’nin ahırlara varana dek yerle bir edilmesi, çok sayıda sivilin öldürülmesi makul gelmeye devam eder mi?
Peki bugün, “Fetöcülük”ten tutuklu kimi komutan emriyle, “terörle mücadele” diye sivillerin, sıvasız hanelerin de vurulmuş olması? İstanbul, Ankara’da sivilleri vurabilenler, “terörle mücadele”de çok mu titiz olmuştur?
90’larda, onca faili meçhulün, gözaltında kaybın, işkencenin, kuyulara atılıp kemikleri yıllar sonra çıkan çocukların varlığına artık başka gözle bakar mısınız yoksa onlar yine lanetli konular, yine aklınıza, vicdanınıza yasak sorular mıdır?
Şimdi iktidar, yeni yargı düzeni, medya; suikasttan neredeyse 10 yıl sonra sunuyor: Dink Suikastı’nda tutuklu polisler, gözaltına alınan, aranan, tutuklanan askerler, Albay… O zamanlar “münferit tetikçi, öfkeli delikanlılar” hatta “iyi olmuş” diyebilenlerden misiniz? Suikast örgütlenirken Trabzon Emniyet Müdürü olanı Emniyet İstihbarat başına getirenlerden ve bir gün onu “Fetöcü” ilan edenlerden misiniz? Şimdi kimi polis, asker, savcı, hakim suçlanırken ne düşünürsünüz?
Muhsin Yazıcıoğlu ile gazeteci İsmail Güneş’in de öldüğü “kaza” peki? Artık her şeyden mi kuşkuluyuz, yoksa çok şey zaten kuşkulu muydu da yakıştıramadık?
Şimdi deniyor ki: “7 Haziran Seçimleri ve Suruç Katliamı sonrası, “Çözüm Süreci”ni bitiren eylemde, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinde, muhbirler de hakim de Fetö mensubu; kimi aranıyor, kimi tutuklu!
Tarihin onca felaketini, onca kaybı, onca nefret ve şiddet tohumunu, onca yangın ve yarayı hiç bakmadığınız zaviyelerden de en azından sorgulamaya, sorulamaya hazır mısınız?
Öyle ya… Hiç inanmazdınız ama neler oldu. Hiç kondurmazdınız ama bakın neler yaptılar!
T24
BASıNDAN
2025-12-13Umur Talu: ‘Utanma utanma… Ot diktin ocağıma’
2025-12-09Gökhan Bacık: Kürt açılımı hangi barışı getirecek?
2025-12-09Fethiye Çetin: “Kafesim geniş ve ben de uysalca volta atıyorum içinde”
2025-12-09Ohannes Kılıçdağı: Barışırken tarihi ne yapacağız?
2025-12-08Emine Uçak Erdoğan: Derinleşen Hakikat Krizimiz ve Medya
2025-12-08Ziryan Rojhilatî: Şara’nın şükrü ve Suriye bilmecesi
2025-12-07Gürkan Çakıroğlu: Böyle barış olur mu?
2025-12-07Şehmus Diken: “Silahı bırakın, siyaset yapın” mı?
2025-12-01Yıldıray Oğur: Büyük ülkenin, küçük insanları…
2025-11-29Yetvart Danzikyan: İmralı’daki görüşme ve sonrası
2025-11-29Umur Talu: Hileli terazi!
2025-11-25Berrin Sönmez: 25 Kasım: Feminizmin gündeminde ne var?
2025-11-22Ali Bayramoğlu: Kürt meselesinde siyasi rüzgâr ılık…
2025-11-22Rawin Sterk: Takım elbiseli 'general' ve 'Doğu Cephesi'nde değişen dengeler
2025-11-21Yetvart Danzikyan: Bahçeli İmralı’ya gitseydi, neler konuşulacaktı?
2025-11-21Fethiye Çetin: Usul esasa mukaddemdir
2025-11-18Özgür Amed: 1239 nolu kanunun ilhamı neyi çözer?
2025-11-18Tarık Çelenk: Üsküdar dergâhlarının düşündürdükleri
2025-11-14Ali Bayramoğlu: İddianame: Görülmemiş bir seviye
2025-11-11İbrahim Kiras: Düşmanımız kimdir bizim?