

2025-12-08
Mevcut tablonun değişmesi için bir çok alanda olduğu gibi medya alanında da bütünlüklü bir reform ihtiyacı var. Çözüme giden yolda ilk sırada her alanda olduğu gibi demokratikleşme ve hukuk devletine dönüş yer alıyor.
Basın özgürlüğü, demokratikleşmenin önemli kurumu olan medyanın işlevini yerine getirememesi ülkenin kadim sorunlarından biri. Gelişen teknolojiye, çeşitlenen mecralara, ortamlara rağmen sorun giderek derinleşti. Medyanın krizini; haber alma, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının ötesinde; toplumun hakikatle bağının incelmesi hatta toplum olma bağlarının sarsılmasına kadar yakıcı etkileri var. Hakikat krizi bir yanıyla da kamusal alanın gücünü azaltan bir etki yapıyor.
Demokrasinin gücü, toplumun hakikate nasıl eriştiğiyle, kamusal tartışmanın ne kadar açık ve çoğulcu olabildiğiyle çok yakından ilişkili. Bu nedenle medya, demokratikleşmenin çevresel bir unsuru değil; tam merkezinde yer alan kurumlardan biri. Aktif vatandaşlığı hayata geçiren sivil toplumla birlikte. Türkiye’de ise uzun zamandır bu merkez giderek daralıyor. Haber alma hakkının, hesap verebilirliğin ve eleştirel düşüncenin beslendiği mecralar, siyasal ve ekonomik baskıların gölgesinde zayıflıyor. Gazeteciliğin asli işlevi olan toplumu bilgilendirme ve hakikati görünür kılma sorumluluğu giderek daha çok algıyı yönetme, pazarlama faaliyeti ve doğrudan propaganda pratiklerinin arasında kayboluyor. Afetlerden ekonomik göstergelere, en temel toplumsal sorunların haberleştirilme biçimine baktığımızda bu eğilimin ne kadar belirginleştiğini görmek güç değil. Daha da trajik olanın gazeteciliğin hakikatleri ortaya çıkaran değil; yalanları dolaşıma sokan güç haline getirilmesi. Manşetlerin gerçeklerle değil gerçekleri ters yüz etmek için kullanılması. Hayata dönüş operasyonlarından, 28 Şubat döneminden deneyimlediğimiz medya operasyonlarının çok daha büyüklerini Ekrem İmamoğlu’na yönelik davalarda görüyoruz.
Bu tabloyu yalnızca gazetecilerin tercihleriyle açıklamak mümkün değil elbette. Medya sahipliğinin dar bir alanda yoğunlaşması, bu sahiplik yapılarının siyasal güç ilişkileriyle iç içe geçmesi, ifade özgürlüğünü sınırlayan baskı mekanizmaları ve kurumsal gazeteciliği güçlendirecek geleneklerin yeterince yerleşememesi; mesleği profesyonel etik ile siyasi yönlendirme arasında sıkışmış bir alan hâline getiriyor. Bu durumun topluma yansımasını ise kurumlara güven sıralamasında medyanın en altlarda yer almasında görüyoruz. Araştırmalar, medyanın güvenilirlik, tarafsızlık ve bağımsızlık gibi temel demokratik ölçütlerde %60’ları aşan oranlarda “yetersiz” bulunduğunu ortaya koyuyor. Yine aynı şekilde toplumun medyadan beklediği “doğru bilgiye erişim” ihtiyacının karşılanmadığını verilerden görmek mümkün.
İkili Medya Pratiği
Mevcut tablo buyken, iktidar ikili devlet uygulamasını hukuktan sonra en çok medya alanında yaygınlaştırmış durumda. Kendine yakın mecralarda dezenformasyondan, yalan haberciliğe kadar her konuda hiçbir yaptırım yapmayan, RTÜK’ü sopa gibi kullanan, TRT ve Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarında doğru olmayan bilgiler yayımlanırken (okuyucuların topluluk notlarına rağmen düzeltilmezken), muhalif mecra ve kişiler için keyfi tutuklamalar, davalar hatta hukuk eliyle hukuksuzluklar olağanlaştırılıyor. İçeriksizleşme tüm medya için diğer bir sorun; aynı kişilerin farklı dekorlarda konuları neredeyse benzer cümlelerle konuştuğu, en çok münakaşa çıkaranın takdir gördüğü, bu içeriklerin sosyal medya mecralarındaki algoritmalarla topluma dayatıldığı bir düzen. Öyle ki Instagram ve TiktTok’ta yüzlerce içerik üreticisi, medyanın ve aktörlerinin bu durumuyla ilgili paylaşımlarıyla beğeni topluyor.
Baskıyla, ikili uygulamalarla medyayı işlevinden uzaklaştıran iktidar, kendine yakın mecraların yeterince etkili olmamasından muzdarip olduğu için bu kez muhalif görünümlü yeni mecralar oluşturmaya ya da var olan mecraları, kayyum uygulamasıyla ya da sahiplik, yönetim değişikliğiyle dönüştürmeye çalışıyor. Bütün bunlar tıpkı diğer siyasi konularda olduğu gibi toplumun dönüşümünü yeterince anlamamakla ilgili. Baskıyla, dayatmayla, güçle rıza üretimi, algının dönüşmesinin mümkün olmadığı bir dönemde olduğumuzun kabul edilmesi gerekiyor oysa…
Reform İhtiyacı Büyüyor
Medya üzerindeki bu baskı toplumdaki güvensizliği derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. İnsanlar artık medya üzerinden hakikate ulaşmak yerine, sosyal medya, kişisel ağlar ve fısıltı gazetesi üzerinden gerçeklik üretmeye yöneliyor. Bu yönelimin beraberinde getirdiği risk ise açık: Hakikat krizi… Teknolojinin gelişimi ve dijitalleşmeyle geleneksel basının zayıflaması, yerini daha demokratik bir alanın alacağı beklentisini güçlendirmişti. Ancak bugün görüyoruz ki dijital platformlar demokratikleşmeyi değil, yeni bir güç yoğunlaşmasını beraberinde getiriyor. Algoritmaların görünmez tercihleri, reklam modelleri ve veri sahipliği; haber akışını toplumdan çok küresel şirketlerin belirlediği bir yapıya dönüştürüyor. Türkiye özelinde bu dönüşüm, siyasal baskıyla birleştiğinde, kamusal tartışma zemininin daha da daralmasına neden oluyor. Bir yanda iktidar–sermaye ilişkilerinin şekillendirdiği geleneksel medya; diğer yanda küresel teknoloji tekellerinin yönettiği dijital medya arasında sıkışmış durumdayız.
Mevcut tablonun değişmesi için bir çok alanda olduğu gibi medya alanında da bütünlüklü bir reform ihtiyacı var. Çözüme giden yolda ilk sırada her alanda olduğu gibi demokratikleşme ve hukuk devletine dönüş, ikili uygulamalardan vazgeçilmesi yer alıyor. Adalet krizinin her alana yansımasıyla kaos ve çöküş oluyor ne yazık ki. İkincisi medya sahipliğinin adil ve şeffaf dağıtımı, kurumların ekonomik bağımsızlığının ve sürdürülebirliğinin sağlanması, üçüncüsü ise, dijital platformların şeffaflaştırılması. RTÜK’ün başta olmak üzere diğer devlet kurumlarının işlevini yerine getirmesi, tüm kesimlere eşit mesafesi, kamu yararına olan yayıncılığın öncelenmesi… Tabi bunun için iletişimsel adaletin de sosyal adalet, hukuki adalet gibi temel bir ihtiyaç olduğunu kabul edecek bir perspektife ihtiyaç var.
Perspektif
BASıNDAN
2025-12-08Ziryan Rojhilatî: Şara’nın şükrü ve Suriye bilmecesi
2025-12-07Gürkan Çakıroğlu: Böyle barış olur mu?
2025-12-07Şehmus Diken: “Silahı bırakın, siyaset yapın” mı?
2025-12-01Yıldıray Oğur: Büyük ülkenin, küçük insanları…
2025-11-29Yetvart Danzikyan: İmralı’daki görüşme ve sonrası
2025-11-29Umur Talu: Hileli terazi!
2025-11-25Berrin Sönmez: 25 Kasım: Feminizmin gündeminde ne var?
2025-11-22Ali Bayramoğlu: Kürt meselesinde siyasi rüzgâr ılık…
2025-11-22Rawin Sterk: Takım elbiseli 'general' ve 'Doğu Cephesi'nde değişen dengeler
2025-11-21Yetvart Danzikyan: Bahçeli İmralı’ya gitseydi, neler konuşulacaktı?
2025-11-21Fethiye Çetin: Usul esasa mukaddemdir
2025-11-18Özgür Amed: 1239 nolu kanunun ilhamı neyi çözer?
2025-11-18Tarık Çelenk: Üsküdar dergâhlarının düşündürdükleri
2025-11-14Ali Bayramoğlu: İddianame: Görülmemiş bir seviye
2025-11-11İbrahim Kiras: Düşmanımız kimdir bizim?
2025-11-11Umur Talu: Haklısınız, “işçi sınıfı” ölüyor!
2025-11-08Umur Talu: Sınıf mücadelesi öldü mi, işçi sınıfı kaldı mu!
2025-11-07Mesut Yeğen: Ortadoğu 2.0’a Hazır mıyız?
2025-11-06Çetin Çeko: ‘Türkiye'nin Hayrı İçin Dokuz Yıldır Cezaevinde Tutulan Demirtaş
2025-11-01Gökhan Bacık: Kürt siyasetinin eleştirisi