

11/28/2023 11:40:26 AM
Bunalım dönemlerinde, demokrasinin mucidi burjuvazinin zorda kaldığında kendi icadını terk edip başvurduğu rejimin adı, faşizm. Şimdilerde, kapitalist sistemin bu kez hayatî bir kriz yaşadığı günümüzde yeniden popülerleşiyor ve söz konusu krizin şekli şemailine bakılırsa, daha da rağbet görecek. ‘Otoriterleşmeyi’, üretim biçim ve ilişkilerindeki değişimle ilişkilendirmeden ‘betimleyen’ görüşleri anlamıyorum ve anlayabileceğimi sanmıyorum.
20. yüzyılı kan revan içinde bırakan faşizmin, sosyalizm ve liberalizm gibi özgül bir kuramı yok. Faşist rejimlerin çoklukla ‘karşıtlıklar’ üzerine kurulu ortak nitelikleri var kuşkusuz, ancak belirgin ve baskın tarafı kuramsal incelikler değil, karşıtlık ve eylem. Sınıf mücadelesi gerçeği üzerine inşa edilen sosyalizm karşıtlığı, kişilerin hukuksal eşitliğini hedefleyen liberalizm karşıtlığı, yönetimin belirlenmesini yığınların eline bırakan demokrasi karşıtlığı, bir etnik kökene/inanca karşıtlık, bir cinsel yönelime düşmanlık vb. Faşizmin benimsediği değerler, büyük ölçüde söz konusu düşmanlıklardan damıtılır. Örneğin faşizmin değeri olan devlete-güce tapınma, muhtelif mitlere, efsanelere sığınıp kendi üstünlüğünü bu mitlere dayandırma gibi özellikler, ancak o karşıtlıklar sayesinde mümkün olur. ‘Seçkinlerin’ yönetimi, ancak çoğunluğun işe yaramazlığı kabul edilirse makbuldür. Bir cins ya da kökenin üstünlüğü, ancak diğerleri beş para etmez, hatta ‘insan dışı’ görülürse makul karşılanır. Bir şefe mutlak itaat, ancak hukuksal ve ekonomik eşitlik düşüncesi bütünüyle terk edilirse anlaşılır hale gelir ve bu sayede, şefin sözü/buyruğu yasa mertebesine yükselir.
Faşizm(ler) üzerine koskoca bir literatür ve her dalda sanat eseri var. Ben o literatür deryasında yer alan birkaç damladan haberdarım. Faşizmler üzerine okuduğum çalışmalar ve seyrettiğim oyunlar, filmler, edebiyat, zihnimde aynı sözcüklerin dolaşmasına neden oldu ve onlardan biri, belki de en sık hatırladığım sözcük, ilkellik. Acımasız, insanlık dışı yöntemlere başvurmaktan kaçınmayan, gerek gördüğünde son derece ‘bilimsel’ olabilen faşizmin, son derece ilkel bir yanı var. Hatta, gülünç. Alçakça araçlarla insanı ezen böyle bir rejim gülünç olabilir mi, herhangi bir boyutu bu sözcükle açıklanabilir mi, evet; güldürmeyen, acı veren, zavallılık anlamına gelen, ‘gülünçlük.’ Yaşı yetenler, 12 Eylül faşizmini anlatan Uçurtmayı Vurmasınlar filmini hatırlar. Ceberut cezaevi müdürünün soytarıca talimatlarını. Daha yakın dönemden, Beynelmilel. Ya da, Costa Gavras’ın Sıkıyönetim filminin o meşhur sahnesinde, öğrenciler karşısında çaresizce sağa sola koşturan polisin halini hangi sözcüklerle anlatmalı.
Tüm tarihsel, hukuksal tartışmalar bir yana, bir kişinin diline yönelik müdahaleleri de ilkellik sözcüğüyle tanımlıyor, her şeyden önce gülünç/acınası buluyorum. İnsanı insan yapan, benliğinin ayrılmaz parçası olan diğer niteliklerine müdahaleleri zavallıca bulduğum gibi. Bir bebeğin annesinden ninni dinlediği dili, o bebek yetişkin olduğunda sakıncalı bulmak için, ilkel olmak, gülünçleşmeyi göze almak gerekir. Birine, ‘sen olduğun insan olma’ demek, olsa olsa kendilerini gülünç duruma düşürmekten hicap duymayan zavallıların işidir. Tanık olanı mahcup eder, yüzünü kızartır.
Kürt opera sanatçısı Pervin Chakar, geçen hafta Kadıköy Süreyya Operası’nda bir konser verdi, CHP’nin yeni genel başkanı, bazı Kürt siyasetçilerle yan yana oturup konseri dinledi ve ardından, zarif bir reveransla Chakar’ın elini öptü. Siyasetçilerin her eyleminin siyasi hedef gözettiği varsayılır, farklı anlamlar çıkarılır; buna mukabil Özgür Özel’in Chakar’ın elini öpmesi, muhtemelen yalnızca nezaketten kaynaklanıyordu. Ve şu, ‘dar kısa paça pantolonlu nargileler’ devrinde pek karşılaşmadığımız türden, ferahlık veren bir davranıştı. Özgür Özel’i kutlamak gerekir, davranışı ve geri adım atmadığı için.
Nitekim sonrasında yaşananlar ve gösterilen tepkiler, tepki gösterenlerin kumaşı ve öfkenin içeriği, Özel’in, hesaplamadan iyi bir şey yaptığının kanıtı. Dizginleyemedikleri Kürt karşıtlıklarını ‘aydınlık yüzleriyle’ ambalajlama konusunda çoklukla çuvallayan kalem erbabının, “Hah oldu mu şimdi, bu fotoğrafla yerel seçimde AKP’ye koz verdiler,” şeklindeki, bunca seçim yenilgisi ardından artık işiten herkesin tepesini attırması gereken saçma sapan kaygı gösterilerini geçelim… Derdin bu olmadığını tahmin edebiliriz. Daha ziyade bir kültürü, dili ve insan topluluğunu yok saymak; Kürt ve Kürtçe ile ‘iddianamelerde’ karşılaşmak yerine kamusal yaşamda rastlaşmanın huzursuzluğu ve insanî olan karşısındaki her öfke krizi gibi, ilkel.
Otoriterleşen ve totaliterleşen rejimlerde, toprağın ve mahsulün gelişmişlik seviyesine göre sık aralıklarla ya da nadir, faşist ‘an’lar oluyor. Bu ‘an’lara ırkçı ya da faşist rengini veren nitelikler, her ülkenin tarihinde, kültüründe, oradaki sınıf mücadelesinin içeriğinde, genel kabul görmüş hâkim değerlerde gizli. Örneğin ABD’de bir polisin bir siyahın boynuna herkesin gözü önünde basarak öldürdüğü an gibi. Örneğin, daha birkaç gün önce yine ABD’de Obama’nın eski danışmanlarından birinin, bir sokak satıcısını İslam düşmanı ve ırkçı ifadelerle şımarıkça taciz edişi gibi. Örneğin tarihi boyunca bu nevi ‘an’lar konusunda hayli bereketli bir toprak olan Türkiye’de yıllar önce Ahmet Kaya’ya yapılanlar (bugün utançla hatırlanan) gibi; şimdilerde kimi siyasetçilerin yabancıları (özellikle Arapları) hedef alan ve kontrolsüz göçe ilişkin kaygılarla açıklanamaz ifadeleri gibi; İsrail karşıtlığının bir anda Yahudi karşıtlığına dönüşüvermesi gibi; faşizmin alametlerinden biri olan farklı cinsel yönelimleri faşizmin hedefi yapmak gibi…
CHP Genel Başkanı’nın, Pervin Chakar’a davranışına gösterilen ve azımsanmayacak oranı iktidar çevresi dışından gelen tepkilerin de, bu ‘an’lardan biri olduğunu varsayıyorum. Kuşkusuz, diğerleri gibi anılmaya, günü geldiğinde utanarak hatırlanmaya mahkûm bir ilkellik gösterisi. Özgür Özel’in jestiyle fenalık geçiren, günlerdir neye ve nereye sataşacağını bilemeyenlerin, yukarıda örnek verdiğim Costa Gavras filmindeki o sahnede polislerin sağa sola çaresizce koşuşturmasını bir kez daha seyretmesini öneririm. İşte o kadar güçlü ve şedit, o kadar tehlikeli, o kadar gülünç ve o kadar ilkel görünüyorlar.
Belki boş bir temenni, buna mukabil, bacak kadar çocuğumun, büyüdüğünde, anne babasının devrine ve tartıştıkları konulara bakıp bizi ilkellikle itham etmesini çok isterim.
Diken
BASıNDAN
2025-11-01Gökhan Bacık: Kürt siyasetinin eleştirisi
2025-10-31Selahattin Demirtaş: Sürecin muhasebesi
2025-10-29Yusuf Ziya Cömert: Rüşvet parasıyla cami yapılır mı?
2025-10-28Yetvart Danzikyan: PKK hükümete ‘top sende’ diyor
2025-10-28Murat Sevinç: Yoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu?
2025-10-28Yıldıray Oğur: PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?
2025-10-28Vahap Coşkun: Menzile doğru bir adım daha
2025-10-26Yetvart Danzikyan: Kıbrıslılar dertlenmesin
2025-10-28Berrin Sönmez: 11.Yargı Paketi: Rejim bulanık suda balık avlar
2025-10-08Sedat Ulugana: Barutun yanında bıyık yağı ve puro
2025-10-08Yıldıray Oğur: Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor
2025-10-07Ayşe Hür: İrade
2025-09-30Yıldıray Oğur: Komisyon’da bir gün
2025-09-23Özge Mumcu: Kara kutu, sabun ve tuğla
2025-09-23Yıldıray Oğur: Şara, SDG’yi Türkiye ile tehdit etti mi?
2025-09-20Berrin Sönmez: Gonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar
2025-09-18Taner Akçam: Kürt açılımına iki engel
2025-09-18Fethiye Çetin: Adım adım
2025-09-18Özgür Amed: Barışın triyajı
2025-09-17Taner Akçam: İkinci Tanzimat