Türkçe | Kurdî    yazarlar
Adı Vezir’di

2025-05-03

Onu öldürenler “Zaten Afgan” diyerek ondan değersiz bir eşya gibi bahsettiler. Medya, “Cansız bedeni yakılan Afgan işçi” dedi; mahkemede eşi için “Afgan’ı getirin” diye seslendiler. Oysa adı Vezir’di. Vezir öldü, Vezir’le birlikte uzun süredir resüsitasyon cihazına bağlı olan adaletin ruhuna da alelacele yazılmış bir gerekçeli karar okundu. “Toplumsal muhalefet”, “Taksim mi Kadıköy mü” kavgasına tutuşmuşken bu ismi hatırlayan var mı?

CİHAT ARPACIK

Bugün 1 Mayıs…

Networklerle, karambolle, şansla, iltimasla değil alın teriyle yaşayan herkesin günü.

Miting alanlarında pankartlar yükselirken, hoparlörlerden ezgiler yankılanırken, Cem Karaca yine en gür sesiyle “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır” diye haykırıp “Ancak bu böyle gitmez” diye devam ederken, “toplumsal muhalefet”, sendikalar ve siyasi partiler Taksim mi Kadıköy mü kavgasına tutuşmuşken bir ismi hatırlayan var mı?

Vezir Mohammad Nourtani.

Afganistan’dan yoksulluktan kaçmıştı; çocuklarına ekmek, geleceğe umut götürmek istiyordu. Bir gün gitti ve bir daha geri dönemedi.

İş kazası olduğu söylenen bir hadisenin ardından bilincini kaybeden, madenin diğer sakinlerinin “Öldü sandık” dediği, ambulansı aramak yerine birbirlerine “Atalım mı, yakalım mı” diye sordukları, “Bu zaten Afgan” diyerek değersiz bir eşyadan bahseder gibi bahsettikleri, sonra yakmaya karar verdikleri, mahkemenin “Yakılma hadisesi ölümden sonra gerçekleşti” diyerek bu vahşeti “delilleri yok etme” parantezine sıkıştırdığı, ama dosyaya giren diğer tıbbi raporlarda “Yakılırken yaşıyor olabilir” ifadesinin yer aldığı bir işçinin hikâyesi bu.

Oysa soğuk bir Zonguldak sabahında, göçmen bir işçi, karanlık bir maden ocağında umutla çalışıyordu. Geride bıraktığı ailesi, ülkesindeki yoksulluğun ve savaşın gölgesinden kurtulmak için ona güveniyordu.

Mahkemede neler mi oldu?

Vezir’in eşi, Kamer Gül Meliki, çırpına çırpına adalet aradı. Eşinin toprağı kazarak madene ulaşması gibi o da adaleti gün yüzüne çıkarmak istiyordu. Ama mahkemenin duvarlarına çarptı. O soğuk duvarlarda şu sözleri yankılandı: “Afgan olduğum için sürekli ayrımcılığa uğruyorum. Mahkemede bile ayrımcılığa uğradığımı düşünüyorum. Sürekli dedikleri: ‘Afgan öldü’, ‘Afgan’ı getirin’… Bu sözleri sürekli duyuyorum”

Aslında Kamer Gül Meliki’nin mahkemede tanık olduğu “Afgan gelsin, Afgan gitsin” sözleri medyanın da ezberindeydi. Kaçak madende bir “adet” Afgan işçi ölmüştü. Cesedi yakılan Afgan işçiydi. İsminden, nasıl çilelere katlanıp geleceğe daha ümitli bakmak istediği bir ülkeye gelmeye çalıştığından, ailesinin en azından karnını doyurmak istediğinden, İran’da böbreğine karşılık para teklif edildiğinden, ölümünden sonra o böbreğe tıbbi incelemede rastlanmadığından bahsedilmedi.

Kayıp Böbrek

Vezir’in daha önce başkalarının talip olduğu ve kaybolan böbreği dosyada gözden kaçırılan detaylardan biriydi. Oysa olay yeri fotoğrafları ve sonradan Koç Üniversitesi’nden alınan raporlar, yakma eyleminin vücudun özellikle bel bölgesinde yoğunlaştığını; vücudun yanık olan kısmının, böbreklerin bulunduğu bölge olduğunu ortaya koydu. Sanıklar Vezir’in vücuduna benzini döktükten sonra bedeni bir de ters çevirmiş ve böbreğin olduğu kısmı hedef almıştı. Avukat bu konunun araştırılmasını talep etti ancak bu talep de mahkemece reddedildi.

Mahkeme süreci yangından mal kaçırırcasına bitti. Ailenin avukatı Kerim Bahadır Şeker, beyanlarını tamamlayamadan dışarı atıldı. Hâkimler, tanıkları dinlemedi. Olay yerini görmeye bile gerek görmedi. Vezir’in nasıl yakıldığını, neden kurtarılmadığını, ambulansın kaç dakikada gelebileceğini merak etmediler. Sanıklar çelişkili ifadeler verdi; kimi “Öldü zannettik” dedi, kimi “Nefes alıyordu”… Ama mahkeme, tüm bu çelişkileri görmezden geldi. 77 sayfalık karar iki gün içinde yazıldı. Sanki adalet çoktan kararını vermişti: Susmak.

Vezir’in dosyası şimdi istinafta. İstinaf evrakında Hrant Dink’le de buluştu Vezir. Avukat Şeker, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant Dink kararına atıf yaptı ve şöyle dedi: 

“Mahkeme, ‘Devlet makamları şiddet olaylarını soruştururken ırkçı bir gerekçenin olup olmadığını ve etnik kökene dayalı önyargıların rol oynayıp oynamadığını tespit etmek için makul tüm önlemleri almak zorundadır’ demektedir. Somut olayda ise yerel makamlar, bu yönde bir araştırma yapmamış; tam tersine, maktulün yabancı oluşunu adeta önemsiz bir detay olarak geçiştirmiştir. Oysa ‘Bu zaten Afgan’ ifadesi bile başlı başına, eylemin arkasındaki olası nefret saiki için bir başlangıç noktası olmalıdır. Sanıkların, maktulün hayatını değersiz görmelerinde onun etnik kimliği ve mülteci statüsünün etkili olduğu açıktır. İşçilere ‘Afgan’ı alın’ diye talimat verilmesi, maktulün bir adı olan bir insan değil de etnik kimliğiyle anılan, değersizleştirilmiş bir nesne gibi muamele gördüğünü ortaya koymaktadır.”

Vezir öldü, Vezir’le birlikte uzun süredir resüsitasyon cihazına bağlı olan adaletin ruhuna da alelacele yazılmış bir gerekçeli karar okundu.

Bugün 1 Mayıs.

Taksim-Kadıköy gürültüsünde beyni buharlananlar belki de mitingi Zonguldak’taki o madenin önünde yapmalıydı. En azından Vezir’in nezdinde “dünyanın bütün işçilerine” bir selam gönderebilirlerdi. Ancak kaçak göçün seçim malzemesi yapıldığı, işçinin alın terinin “Ekmek veriyoruz ya” denilerek silikleştirildiği, yoksulların “Sırada kaç kişi var biliyor musun” sorusuyla daha derin yoksulluk ile sömürü arasında seçim yapmaya zorlandığı, sendika başkanlarının kendi meşrebi siyasi partilerin potansiyel vekil adayı olduğu bir düzende Cem Karaca’nın bile “Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir” demesi inandırıcı gelmiyor.

Perspektif

TÜRKIYE