Türkçe | Kurdî    yazarlar
Asrın Felaketinden Asrın İnşasına: Sorumluluktan Kaçış

2025-12-22

6 Şubat depremleri, evet çok büyük büyük afetlerdi. Ancak yaşadığımız şey, kavramın tam anlamıyla asrın ihmaliydi. Depreme hazırlanmamanın, deprem anında etkili müdahale edememenin ve sonrasında koordinasyonu sağlayamamanın birikmiş sonucuydu. Bugün aynı anlayış bu kez “asrın destanı” ve “asrın inşası” kavramlarıyla yeniden üretiliyor.

EMİNE UÇAK ERDOĞAN

6 Şubat depremlerinin hemen ardından iktidarın yıkımın boyutunu bile tam kavrayamadığı hissedilmişken, hızlı bir algı yönetimi çabasıyla dolaşıma sokulmuştu; asrın felaketi kavramsallaştırması… Enkaz altındaki yardım çığlıkları ve o enkazların etrafında bekleyenlerin çaresizlikle büründüğü sessizlik görünmez kılınmıştı. Öyle ki şehirlerin yıkım olmayan bir bölümünde yapılan canlı yayınlar veya stk ziyaretleriyle ‘asayiş berkemal’ anonsları sıradanlaşmıştı. Hemen ötede can pazarı sürüyorken… Aynı kavramsallaştırmaya 17 Ağustos depreminde de tanık olmuştuk. Yıkımın büyüklüğüne dair gibi görünen bu tanımlama o zaman da siyasi bir çevreleme işlevi görmüştü. Felaketi  “asrın” ölçeğine yerleştirmek, kaçınılmaz olarak sorumluluğu insan iradesinin, siyasal tercihlerin ve kurumsal zaafların dışına taşıyordu. Bu ters yüz etme halini açık eden bir kararlı bir siyaset ve ülkeyi depreme hazırlama vaadiyle başa gelmişti bugünün iktidarı. Ancak çeyrek asra yaklaşan merkezi ve yerel yönetim gücüne rağmen bunu yapmadığı gibi sorumluluk konusunda vaktiyle ters yüz ettiği refleksi yeniden ve daha güçlü üretmeyi seçti.

Oysa en çok da bu iktidar biliyordu afeti felaket yapan “fıtrat” değil, insandı. Fay hatlarının nerede olduğu, hangi bölgelerin yüksek risk taşıdığı, yapı stoğunun ne kadar güvensiz olduğu bilinmiyor değildi. Yıllardır bilim insanları, meslek odaları, akademi ve sivil toplum bu konuda uyarılar yapıyordu. Yaşananların neredeyse tamamını afet tatbikatlarında öngörmüşlerdi. Buna rağmen şehircilik politikaları rant ekseninde şekillendirmekten imtina edilmedi, imar afları “barış” söylemleriyle olağanlaştırıldı, yapı denetimi piyasa ilişkilerine teslim edildi. Afet yönetimi ise merkeziyetçilik ve siyasileşme altında giderek hantallaştı.

Bu yönüyle 6 Şubat depremleri, evet çok büyük depremlerdi, büyük afetlerdi. Ancak yaşadığımız şey, kavramın tam anlamıyla asrın ihmaliydi. Depreme hazırlanmamanın, deprem anında etkili müdahale edememenin ve sonrasında koordinasyonu sağlayamamanın birikmiş sonucuydu. “Asrın felaketi” söylemi ise tam da bu ihmal zincirini görünmez kılmanın, sorumluluk alma ve siyasal hesap verme yükümlülüğünden kaçınmanın aracı hâline geldi.

Destan Anlatısı ve Gölgelenen Hakikat

Bugün aynı anlayış bu kez “asrın destanı” ve “asrın inşası” kavramlarıyla yeniden üretiliyor. İnşa edilen konutlar, açıklanan rakamlar, yapılan törenler; hepsi büyük bir başarı anlatısının parçası olarak sunuluyor. Konutların teslim edilmesi önemli, depremzedelerin sıcak ve güvenli evlerine kavuşması elzem. Ancak mesele tam da burada başlıyor: Yapılanları anlatırken, öncesinde ve sonrasında yapılmayanları konuşamaz hâle geliyoruz. Tıpkı ilk günlerden bu yana olduğu gibi. Drone çekimleriyle yapılan sosyal medya ilüzyonlarında, neon ışıklarıyla parlayan caddelerin gerçek hayattaki versiyonunda ise çamur deryaları, geçen zamana rağmen hiç de toparlanamayan hayat var.

Hepimiz deprem bölgesinde hayatın, konut teslimlerinden ibaret olmadığını biliyoruz. Sosyal dokunun onarılması, ekonomik hayatın sürdürülebilir biçimde yeniden kurulması, psikolojik travmaların giderilmesi, yerel kamusal alanların canlandırılması hâlâ ciddi sorun alanları olarak duruyor. Deprem illerinde binalar yükseliyor, Malatya’nın içindeki boşluk kapatılıyor, “çarşı” yeniden yapılıyor. Ancak Timur İnce’nin yazısında özlü bir şekilde çevrelediği gibi; “İşlevsel ama ruhsuz. Modern ama kimliksiz. Yapıldı ama planlanmadı. Bina var ama hikâyesi yok. Malatya’nın kaybettiği şey binalar değil, bir şehir kültürü. Yeni çarşı, bu kültürü geri getiremediği sürece sadece beton bir düzenleme olarak kalacak.” Beton düzenleme Gaziantep’ten Sulukule’ye, Hasankeyf’ten Sur’a bu iktidarın bütün “soylulaştırma” projelerini hatırlatıyor öte yandan.

Asrın inşasından sıra gelmeyen en önemli konu ise yaşanan yıkımın sorumlularıyla ilgili cezasızlığın neredeyse norm hâline gelmiş olması. 17 Ağustos’ta olduğu gibi bazı sembolik müteahhit davası dışında ne yapı ruhsat süreçleri ne denetim mekanizmaları ne de siyasal sorumluluk gerçek anlamda işletilmiyor. İhmalin bedeli, adalet duygusunu onaracak bir yargısal süreçle değil yeni binaların sayısıyla telafi edilmeye çalışıldı. Bu yetmiyormuş gibi yargı paketine deprem suçlarının görünmez kılınacağı bir madde eklendi. Depremin ardından adalet mücadelesi yürüten ailelerin kurduğu Adalet Peşinde Aileler Platformu, geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili şu uyarıyı yapıyordu: “Bu madde, binlerce insanın ölümüne yol açan sorumluların cezasız kalmasına neden olacak ve yıllardır sürdürdüğümüz adalet mücadelesini boşa düşürecektir. Cezasızlık, yeni ihmallerin ve yeni ölümlerin kapısını aralamaktır. En büyük korkumuz, aynı acıları tekrar yaşamaktır. Bu nedenle açıkça ilan ediyoruz: Deprem aileleri olarak 27. maddeyi reddediyoruz. Bu madde böyle geçmemeli; deprem suçları kapsam dışı bırakılmalıdır.”

Yapay zekâ algoritmasından çıkan süslü kavramları, asrın çerçevelemelerini kullananlar da biliyor ki; yeniden inşa beton bina dikmekle olmuyor.  Gerçek bir inşa, afetlere hazırlık kapasitesini artıran, kurumları liyakatle yeniden yapılandıran, merkeziyetçiliği azaltan, yerel yönetimleri ve sivil toplumu sürecin asli aktörleri hâline getiren sistemsel bir dönüşümü gerektiriyor. En çok da devletin yaşatma sorumluluğunu yerine getirmeyi gerektiriyor. Bugün sunulan destan anlatısı ise tam tersine, aynı şehircilik anlayışının, aynı afet yönetimi modelinin ve aynı karar alma biçimlerinin devam ettiğini gizleyen bir perde işlevi görüyor. Bütün çabanın toplumsal hafızanın yeniden seçici bir şekilde inşa edilmesi olduğunu, kınadığına dönüşme halinin bu konuda da yaşandığını görmek hazin.

Yeni Bir Siyaset ve Yönetim İhtiyacı

Tam da bu nedenle mesele siyasidir. 6 Şubat, Türkiye’de uzun süredir yaşanan kurumsal krizin en çıplak biçimde görünür olduğu andır. Aşırı merkezileşmiş karar alma süreçleri, liyakat yerine sadakati esas alan kadro politikaları, denetimsizlik ve şeffaflık eksikliği; afet anında ve sonrasında ağır bedeller ürettti. Her alanda olduğu gibi afet konusunda da gerçek bir yüzleşme ve iyileşme, destan anlatılarıyla değil; hesap verebilirlik, kurumsal reform ve demokratikleşme ile mümkün. İhtiyacımız olan siyaset anlayışı, felaketleri fıtrat ya da başarı hikâyesi olarak değil; kamusal sorumluluğun ve ortak aklın sınandığı alanlar olarak görmelidir. Risk yönetimini karar süreçlerinin merkezine alan, yerel yönetimlerle işbirliğini esas alan, sivil toplumu ve bağımsız medyayı meşru denetim mekanizmaları olarak kabul eden bir devlet anlayışına ihtiyaç var. Depremin bize bıraktığı en ağır miras, yıkımla başa çıkma gücü değil bu şehirlerin neden korunmadığıdır. Bu soruyu dürüstçe sormadan ve gerekli muhasebeyi yapmadan ne asrın ihmaliyle yüzleşilebilir ne de gerçekten güvenli bir gelecek inşa edilebilir. Yeni bir inşa, ancak yeni bir siyaset ve yönetim biçimiyle mümkün.

Perspektif

YAŞAM