Türkçe | Kurdî    yazarlar
Behruz Sucayî: Abdullah Öcalan'ın “Entegrasyon” Söyleminin Çözümlemesi

2025-07-12

Pozitif Entegrasyon Değil, Doğallaştırılmış Asimilasyon

Modern siyaset kuramı, azınlık halkların devletle ilişkisini analiz ederken başlıca üç kavram üzerinde durur: entegrasyon, asimilasyon ve egemenlik. Bu bağlamda, Abdullah Öcalan’ın son dönemde dile getirdiği ve bizzat kendi kavramsallaştırmasıyla “pozitif entegrasyon” adını verdiği söylem, bazı çevrelerde barışçıl bir çözüm iradesi olarak yorumlanmıştır. Ancak bu kavramın Öcalan tarafından kullanımı, hem teorik olarak pozitif entegrasyonun içeriğiyle örtüşmemekte, hem de Kürt halkının siyasal özne olarak tanınmasını dışlayan bir çerçeve sunmaktadır.

Öcalan’ın pozitif entegrasyon anlayışının ne politik entegrasyonla örtüştüğü, ne de pozitif entegrasyonun kuramsal çerçevesine uyduğu; aksine, doğrudan doğruya bir asimilasyon stratejisini norm haline getirdiği ortaya konulacaktır.

Politik Entegrasyon Nedir ve Öcalan Bu Modeli Neden Reddeder?

Politik entegrasyon, siyaset biliminin klasik kavramlarından biridir ve farklı etno-kültürel grupların, kendi kimliklerini ve kolektif varlıklarını koruyarak bir devlet yapısına dahil edilmesini ifade eder. Ernst B. Haas’ın (1958) geliştirdiği neo-fonksiyonalist yaklaşımda entegrasyon, farklı çıkar ve kimliklerin ortak kurumlar ve karar alma mekanizmaları içinde temsil edilmesidir. Benzer şekilde Will Kymlicka (1995), çokkültürlü toplumlarda azınlık konumuna itilmiş halkların kültürel haklarının ve siyasi temsilinin kurumsal güvence altına alınmasını entegrasyonun ön koşulu olarak görür.

Ancak Abdullah Öcalan, bu türden bir kurumsal ve siyasi entegrasyonu kategorik olarak reddetmektedir. Bunu açıkça şu ifadeyle ortaya koymuştur:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları ve mevcut sınırları meşru kabul edilmektedir. Üniterliği, federal veya konfederal olması gibi biçimlenme sorunları tartışılmamakta, gündeme getirilmesi bile önerilmemektedir.”  (Öcalan, 2011)

Bu cümlede:

- Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut üniter yapısı tartışılmaz ve değiştirilemez kabul edilmekte,

- Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı reddedilmekte,

Federalizm, konfederalizm ya da özerklik gibi modellerin söz konusu edilmesi bile sakıncalı görülmektedir.

Bu, politik entegrasyonun temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Politik entegrasyon, sadece bireylerin değil, kolektif toplulukların da hak sahibi aktörler olarak tanınmasını gerektirir. Öcalan’ın bu yaklaşımı ise, Kürt halkının kolektif siyasal özne olarak varlığını inkâr eder; onları sadece bireyler düzeyinde, Türk devletinin belirlediği çerçevede kabul eder. Bu durum, kuramsal olarak entegrasyon değil, devlete mutlak tabiiyet anlamına gelir.

Öcalan’ın Pozitif Entegrasyon Kavramı ve Teorik Uyumsuzluk

Pozitif entegrasyon kavramı, esas olarak Avrupa Birliği bağlamında geliştirilmiştir. Fritz Scharpf, Giandomenico Majone ve Jacques Delors gibi düşünürlerin analizlerinde, pozitif entegrasyon, üye devletlerin ortak hedefler doğrultusunda sosyal politika, çevre düzenlemeleri, kamu hizmetleri ve rekabet gibi alanlarda birlikte hareket etmesini ifade eder. Bu entegrasyon tipi, negatif entegrasyonun aksine, yalnızca piyasa engellerini kaldırmakla kalmaz; aynı zamanda ortak kurallar ve kurumlar aracılığıyla düzenleyici ve yeniden dağıtıcı politikalar üretir.

Ancak Öcalan’ın “pozitif entegrasyon” söyleminde bu kuramsal çerçeveye dair bir unsur bulunmamaktadır. Onun entegrasyon anlayışı, devletin Kürt kültürü ve kimliğinin kurumsal korumasını veya tanımasını değil, bu kimlik ve kültürü zamanla çözülmesini temel alır. Bu anlayışın açık örneği şu ifadede görülmektedir:

“Zoraki asimilasyona son verilmeli, gönüllülük esas alınmalıdır. Zaten yaşamın ihtiyaçları kendi dil ve kültürünü sağlar.”  (Öcalan, 2011)

Bu cümlede, “zoraki asimilasyon” yerine “gönüllü asimilasyon” önerilmekte, fakat bu öneri aslında sadece taktiksel bir fark yaratmaktadır. Devlet doğrudan baskı uygulamasa da:

- Eğitim dili olarak sadece Türkçeyi sunması,

- Kürtçeyi kamusal alandan dışlaması,

- Ekonomik, sosyal ve kültürel kurumların Türk kimliği üzerine kurulu olması, bireyleri zaten asimile olmaya zorlamaktadır.

Bu bağlamda, Bourdieu’nun kavramsallaştırdığı sembolik şiddet devreye girer:

Birey, baskı görmeden gönüllüymüş gibi görünse de aslında sistemsel zorlamaların sonucunda kimliğinden vazgeçmektedir.

Dolayısıyla Öcalan’ın burada sunduğu vizyon, ne kültürel çoğulculuk, ne de pozitif entegrasyondur. Bu, asimilasyonu doğallaştırmak ve bireyin kimliğinden feragat etmesini “yaşamın ihtiyaçları” adı altında meşrulaştırmaktır. Öcalan'ın "pozitif entegrasyon" kavramını bu şekilde içeriğinden koparıp, sembolik asimilasyonu gizleyen bir araç olarak yeniden tanımlaması, kavramın orijinal anlamı ve işleviyle bağdaşmamaktadır.

Kürtleri “Zenginlik” Olarak Konumlamak: Kolektif Statünün İnkârı

Öcalan’ın entegrasyon söyleminin ideolojik temelleri, şu ifadede daha da netleşmektedir:

“Kürtlerin aynı ülkenin ulusal varlığı içinde bir zenginlik olarak tutulması, Türk ulusuna da gerçek katkıyı yapabilecektir. Sosyal olguları doğal asimilasyona bırakmak, bunun yanında isteyen kültürel değerlerin gelişip yaşamalarına olanak tanımak, insanlığın tarih boyunca temel trendi olmuştur.”  (Öcalan, 2011)

Bu ifadede dikkat çeken iki unsur vardır:

- Kürtler bağımsız bir halk olarak değil, Türk ulusunun “zenginliği” olarak tanımlanmaktadır.

- Asimilasyon tarihsel bir zorunluluk olarak sunulmakta, “doğal bir eğilim” gibi gösterilmektedir.

- Bu söylemle, Kürtler bir politik özne değil, folklorik bir figür olarak sunulmaktadır.

- Böyle bir konum, entegrasyon değil, ideolojik çözülme anlamına gelir.

Egemenliğin Reddi: Kürtler İçin Hiçbir Siyasi Gelecek Yok

Öcalan’ın egemenlik meselesi üzerine yaptığı şu yorum söyleminin nihai sonucunu açıklar:

“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” (Öcalan, 2025)

Burada:

- Kürtlerin bağımsızlık talebi,

- Federatif yapı önerileri,

- İdari özerklik modelleri ve

- Kültürel özerklik perspektifleri tamamen geçersiz kılınmakta, “aşırı milliyetçi sapmalar” olarak damgalanmaktadır.

Bu söylem, bir halkın egemenlik hakkının inkârıdır. Devletin etnik olarak homojenleştirilmiş egemenliği sorgulanmaz kılınmakta, alternatif yapılara alan tanınmamaktadır.

Öcalan’ın bizzat formüle ettiği “pozitif entegrasyon” anlayışı, teorik olarak politik veya pozitif entegrasyonla örtüşmemektedir.

Entegrasyon adı altında sunulan çerçeve, doğallaştırılmış bir asimilasyon programıdır.

Egemenlik taleplerinin reddi, Kürt halkının siyasal özne olarak tanınmasını imkânsız kılmakta, devlete tümden tabi kılmaktadır. Bu nedenle Öcalan'ın entegrasyon söylemi, adına rağmen ne demokratiktir ne de eşitliğe dayalıdır. Aksine, egemenliğin Türkleştirilmiş yapısını sorgulamak yerine ona uyum sağlayan ve Kürt kimliğini bu yapı içinde eriten bir asimilasyon stratejisidir.

Yazarın Facebook sayfasından alınmıştır.

BASıNDAN