9/28/2024
Muradiye’nin tarihi yapılarından bir tanesi olan Şeytan Köprüsü, hikayesi ve yapılış tarihi itibari ile halen de gizemini korumaktadır. Aradan yıllar geçmesine, sellere ve savaşlara maruz kalmasına rağmen sapasağlam günümüze kadar gelen ‘Şeytan Köprüsü’, ne yazık ki önceki kayyım tarafından üzerine asfalt dökülerek adeta yok edilmek istenmiş, ölüm fermanı imzalanmıştı! Ancak şu anki belediye eşbaşkanları asfaltı temizleyerek, köprünün tekrardan açığa çıkmasını sağladılar.
Şeytan köprüsüne ilişkin rivayetler birbirinden ilginç ve değişiktir. Evvela inşa sürecine gelecek olursak, kimse tam olarak ne zaman yapıldığını ve kim tarafından inşa edildiğini bilmediğinden sadece tahminler ileri sürülmekte, kimileri 14.yüzyıl, kimileri de 18.yüzyıl tarihini ileri sürmektedir.
Fakat herkes bir konuda hemfikirdir, o da köprünün yerel ustalar tarafından yapıldığı hususudur. Bu da şunu göstermektedir; o dönemler yerel ustalar taş ustalığı konusunda son derece profesyonel ve olağanüstü yeteneklilermiş! Şeytan Köprüsü bunun için yeterli bir örnektir bence. Üzüntü verici olanı ise bu taş ustalığının günümüzde kendisini gösterememesi ve Muradiye’yi temsil eden bir kimliğe dönüşmemesidir.
Şeytan Köprüsü, Muradiye ilçesine varmadan sola dönülerek 500 metre içeridedir. Fakat bizi asıl ilgilendiren bölümü, köprünün hikayesidir!
Malumunuz, her şeyin bir hikayesi, şaheserlerin ise daha başka hikayeleri bulunmaktadır. Şaheserlerin unutulmaz hikayelere sahip olmasının temel nedeni, bir benzerinin olmaması, büyük zahmet ve emeklerle yapılmış olmasıdır.
Şeytan Köprüsünün de öyle!
İnsan ilk ismini duyduğunda, ilk akla gelen şey, isminin neden “Şeytan” olduğudur. Yerelden sorduğumuzda bir gelin hikayesi anlatılır, ancak bu tek başına yeterli gelmemektedir. Bölge ve mıntıka hakkında biraz daha detaylı bilgi almaya başladığımızda ise aslında hikâyeye konu olan veriler ufaktan ufağa bir bir yerine oturmaya başlıyor.
Anlatılanlara göre yakın bir zamana kadar da bölgede Êzidîler yaşamaktaydı. Sonrasında bir kısmı Müslümanlaşırken, bir kısmı göç etmek zorunda kalıyor, geride kalanlar olsa da bir daha hiçbir tanesi Êzidî olduğunu söylemiyor.
Köprüye “Şeytan” isminin takılmasının aslında altında “Melek Tavus” varmış! Hani insanlar hep bir gelin hikayesi anlatırlar ya, gelin gelir köprüden, gelin alayı ile birlikte kanyona düşer, ölenler falan varmış! Aslında film bir yerinden kesiliyor ve sadece işin sonuç bölümü insanlara anlatılıyor! Nedeni de hem bölgede Êzidî gerçekliğini canlı tutmamak, hem de “Melek Tavus”un gazabına uğramamakmış!
Hani bilinmektedir; Êzidîler kendileri dışında kimseye kız vermez ve kimseden de kız almazlar. Şöylesi bir gerçekliğin de altını çizmekte fayda var; Êzidî kadınları olağanüstü güzel ve çekiciler. Bölgenin nüfuzlu, etkili, zalim ve gaddar yöneticilerinden bir tanesi güzelliği ve çekiciliği ile insanı adeta sarhoş eden bir Êzidî kızına vurulur. Vurulur ama normal şartlarda bu kızı alamayacağını da çok iyi bilir! Fakat zaten kendisinin de gidip normal yollardan kızı isteme gibi bir niyeti yoktur. Kendisi kudretlidir ve dilediğini gider alır, kimseye sormaz, kimseden izin almaz, kimseye minnet de etmez! O zaman da öyle yapar ve direkt nüfuzunu, gücünü ve kudretini kullanarak gidip Êzidî kızı alır ve yola koyulur.
Hikaye de tam da burada başlar! Bölge kadının naifliği bir yana gözü karalığı, inatçılığı, direngenliği ve kararlılığı bilinen diğer özelliklerindendir. Bölgenin sarp, geçit vermez dağlarından almıştır bu özelliklerini!
Bölgenin nüfuzlu yöneticisi gücünü ve kudretini kullanarak kızı alır ama hesaba katmadığı bölge kadının bu özelliğidir! Kızı alır almasına ama kız kaderine razı olmaz ve yaşananlara karşı koymakta kararlıdır.
Gelin alayı ağaçlarla çevrili yemyeşil yollardan geçer! Çevredeki insanlar tedirgin, ama kudretlimiz gururlu ve istediğini elde etmenin rahatlığı ile atını sürmektedir! Şeytan Köprüsüne doğru ilerlemekteler! Bahardır, dağlardaki karlar erimekte, zaman zaman yağmur yağmakta, Bendimahi Çayı delice akmaktadır! Akarken kayaları yalayarak geçen su müthiş bir uğultu çıkartmakta, insanın yüreğini ağzına getirmektedir!
Şeytan köprüsüne doğru ilerleyen gelin alayı iki şeyi bilmemektedir; Birincisi pusuya yatmış olan “Melek Tavus”u, diğeri de gelinin kendi içinde kurguladığı plan ve kararlılığı!
Tam da Şeytan Köprüsü’nün üzerine gelir gelmez üzerine bindiği atın kontrolünü ele geçiren Êzidî kadın, atı köprü üzerinden kanyona doğru sürer! Çevrede bulunanlar atı kontrol etmeye çalışır! Kudretli yönetici de atı ile geline doğru hamle yapar ve gelinin atına tutunmaya çalışır! İyi bir binici olan kadın, kendisini tutmaya çalışanlar ile birlikte kanyonda delice akan sulara gömülür! Kudretli ve “müstakbel” damat ile birlikte!
Delice akan Bendimahi, değil insanı, kayaları bile söküp götürmektedir! Derken kaşla göz arasında kadın ve kendisini tutmaya çalışanlar delice akan su tarafından yutulur ve bir daha ne oldukları konusunda kimse bir haber alamaz!
Gelgelelim hikayenin halk tarafından bilinen, ancak kimselerin söylemeye cesaret edemediği bölümüne!
İnanışa göre başından beri işin merkezinde Melek Tavus varmış! Hani bilinmektedir; Melek Tavus Êzidîlerin kutsalıdır. Müslümanlar ise onu “Şeytan” olarak değerlendirmektedir.
Hikayeyi anlatmaya devam edelim…
Kudretli yönetici Êzidî kızı alıp getirirken, meğerse (inanışa göre) Melek Tavus köprüde pusuya yatmış ve gelini yönlendiren de oymuş! Êzidî kadın gelin alayı ile birlikte delice akan sulara gömülürken, Melek Tavus kadını kurtarmış! Ama geride kalanların tamamı yaşamını yitirmiş ve cesetleri dahi bulunamamış!
Bundan dolayı o günden sonra o köprüye “Şeytan Köprüsü (Melek Tavus)” adı verilmiş ve insanlar köprüden geçerken korku içinde geçerlermiş!
Sonuçta bu bir hikaye! Olayın gerçekliği konusunda kimselerde net bir bilgi yok, tıpkı köprü konusunda kimselerde net bir bilginin olmaması gibi!
Ancak hikayeden şunu çıkartıyoruz;
Bölgede eskiden Êzidîler yaşıyormuş ve edinilen bilgilere göre Müslüman olan halk ile iç içe ve barışık halde yaşıyorlarmış. Kimsenin kimse ile bir alıp veremediği yokmuş.
Köprüyü yerel ustalar yapmış ve bu köprü yapılışı ile yörede büyük yankı uyandırmış, hem ustalığı, hem de zorluk derecesi ile.
Yereldeki taş ustalarının olağanüstü yetenekleri varmış. Taş ustalığının önemini yitirmesi ile taş ustalığı da yok olup gitmiş.
Bölgede ciddi bir kültürel zenginlik var, ancak bunu artıya dönüştüren kimseler yok.
Bölgenin doğal dokusu da müthiş, maalesef bu güne kadar bunu da değerlendiren çıkmamış!
Not: sonraki köşe yazımızda Muradiye Belediyesi Eşbaşkanlarına yönelik birkaç tane önerimizi sıralayacağız. Muradiye’nin tarihi ve kültürel varlıklarının turizme kazandırılması bakımından görüş ve düşüncelerimizi bir öneri şeklinde eşbaşkanlara sunacağız.
Serhat News
- Etyen Mahçupyan: İktidarın Kürt ‘açılımı’ üzerine bir not
- Vahap Coşkun: Zaman ve Zemin
- Bilgehan Uçak: Ahlakını, merhametini, vicdanını yitiren Müslümanlık
- Necat Zanyar: Yeni çözüm süreci
- Alper Görmüş: İktidar Türkiye için büyük bir şey mi başlatıyor
- İlhami Işık: Güzel şeyler olacak, bu kez geç kalmazsak…
- Vahap Coşkun: “Devlet”in barışı
- Şiraz Baran: Diyarbakır Barosu seçimleri ve Kürtlerin siyaset anlayışı
- Alper Görmüş: “İçeride muhalif, dışarıda Türkiye’nin partisi…”
- Yıldıray Oğur: Bahçeli’nin uzanan eli